29 Haziran 2013 Cumartesi

CENDERE

Olumsuz güçlü duyguların düşünceyi nasıl çarpıttığını, daralttığını psikolojide de enine boyuna incelemişler.

Öfke ve korku, hayatta kalma olasılığını yükseltmeye yönelik tepkiler. Fizyolojik altyapıları milyon yıllık evrim yolculuğumuzun en başlarında beynimizde yapılanmış. Sürekli bir hayat memat meselesi olan kısa insan ömründe yaşamı sürdürmek söz konusu olduğunda bu eski bölümleriyle beynin olumluluklardan çok tehlikeye duyarlı olması gayet anlaşılır ve işlevsel.

Sorun, milyon yıl önceki koşullarda yaşamadığımız, gerçek bir hayat memat meselesiyle nadiren karşılaştığımız halde bu mekanizmanın çevreye aynı şiddette otomatik tepkilerini vermesiyle başlıyor. Normalde hayat kurtarıcı bir uyaran olan korku ile onu felç oluştan çıkarıp eyleme dönüştüren öfke, bugünkü yaşam koşullarıyla orantısız bir şiddetle açığa çıkıyor. Onları her zaman olmasa da çoğunlukla olumsuz kılan da bu.

Olumsuz duyguların varlık nedenini düşünürsek düşünceyi daraltarak çarpıtmaları da gayet anlaşılır.

Süratin değil yavaşlığın felaket olacağı koşullarda an kaybetmeden bir sonuca varıp ona göre hareket etmek gerek. Çalıların arasında bir kıpırtı algıladığımda adına Yılan! deyip duruma göre arkamı dönüp tabanları yağlamamı ya da şöyle bir gördüğüm eğri uzun biçimin kafası olduğunu varsaydığım bölümüne elimdeki odunu olanca gücümle indirmemi beynimin en eski kiracısı buyurur. Tepki verdiğim gerçekten yılansa ne âlâ, değilse de yanılmamın bedeli yanılmamanınkiyle kıyaslanamayacak kadar düşük olacaktır.

Önce ateş et, sonra belki düşünürsün demeye gelen bu mekanizmanın bedeli, insanı aşırı genelleme ve basitleştirmeye itmesi. Siyah-beyaz düşünceye. Sonra da gelsin tektipleştirme ile belki de en vahim sonucu; karşıda tekil, birey, insanlar yerine çok kabaca etiketlenip tepkiler geliştirilmiş bir grup (“onlar”) görmenin yok ettiği empati.

Ve empati yokluğunun kapıyı ardına kadar açtığı, meşru kıldığı nefret ile şiddet.

Nuh nebiden hemen hiç değişmeden kalan bir mekanizmayla günümüz koşulları arasında, nadiren ölüm kalım sorunu olacak meseleleri yok yere tırmandırıp gerçekten hayat memat meselesi haline getiren bir orantısızlık.

Olumsuz güçlü duygular ile daralan düşünce arasındaki ilişki tek taraflı değil. Dar düşünce de dönüp olumsuz hisleri körüklüyor ve yılan kuyruğunu yutmuş, körleşme derinleşmiş oluyor.

Paslı cendereden çıkış yolu, boşanmak için kapağının aralanmasını bekleyen bir zembereğe benzer amigdalanın, ilkel beynin ayırdında olmak. Bir kez uyarıldığında karşı koymak çok güç olduğundan üzerinde durmaya daha sakin zamanlardan başlamak. Gözlemlemek. Kendini, başkalarını, kitleyi. Korkunun, öfkenin nerede yaşamsal (ve haklı), nerede hayali olduğunu (öyle bile olsa gerçek bilinerek o hale getirildiğini), mangalda kül bırakmamaktan öteye gitmeyen öfkenin güçlendirirmiş gibi görünürken gerçekte enerji çarçurundan ibaret olduğunu.

Sadece düşünce ve duygular arasında değil, ilkel beyinle daha ağır ama etraflı, eleştirel düşünen gelişmiş beyin arasında da iki yönlü bir etkileşim var. Amigdala, alevli halinde daha zor olmakla birlikte sair zamanda, evrimleşmiş, öğrenmiş, öğrenmekte olan yanın (şık adıyla neokorteksin) telkin ettiklerine açık, dümeni ona bırakabiliyor.


İyi ki böyle de, amigdalam amigdalana karşı! tuzağına düşmeme şansımız var: Çağıldayarak akan ırmaktan arada bir kıyıya çekilip duruma bir de oradan bakma. Düşünceyi, düşünce olduğunu sanma yanılgısına kapılmamız işten olmayan bir otomatik tepkiler yumağından ayırma. 

Kanımızı serinletme.

1 yorum:

  1. amigdalalarımda hasar olduğunu düşünmeye başladım sayende :))

    YanıtlaSil