7 Eylül 2012 Cuma

UÇAN KİREMİT

Nesneler ve izledikleri yollar.

Aldıkları yerler.

Yüklenip boşalan anlamları..

Demin duvarıma astığım kiremit işte.

Kurtuluş Savaşında yıkılan eski bir yatırın çatısındayken dedem sağlam kalan diğerleriyle birlikte toplatıp 20’lerin ortasında yaptırdığı ahşap “konakta” kullanmış.

Bir yatır kiremidiyken altına serilen hayatlardan herhalde pek de farklı değilmiş savaş sonrası çocuk çocuk büyüyen bir ailenin köy evinde doksan yıla yakın bir zamanda ilmik ilmik dokunanlar. Dualar tabii, kederler, korkular, sevinçler. İnişler ve çıkışlar. Çoğalma ile azalma.

Kiremit yaşlanmaya, bu yeni yapı ve baba ocağında kalan tek amcamla birlikte ama farklı tempolarda devam etmiş.

Bir vakitler bakışları üzerine çeken konak, kiremitten hızlı çıkmış. Direkleri, hatılları bel vermiş, cansuyu çekilen bir beden gibi iki büklüm olurken biçimini yitirmiş. Yine de insan en hızlısı. Amcam kiremidi de evi de geride bırakıp 91 yaşında öldü.

İki yıl önceydi. Son nefeslerinde, toprağa verilişinde oradaydım. Doğal, kaçınılmaz olanın aynı doğallık, kaçınılmazlıktaki acısıyla yüreğim ağır, ondan, bu yerden bir yadigar olsun istedim.

Nefesimi koyvermek için çıktığım çatıda üst üste konmuş kiremitleri gördüm. Çatının ziftli kağıt ve çinko ile onarılan kısmından artmış.

Birini elime aldım, tarttım. Ağır, oturaklı. Yaşı (karaciğer lekeleri, ağaç halkaları, cilt kırışıkları vs yerine) alt yüzünde tuttuğu kat kat küfle izini bırakmış.

Bir evi, ocağı, yuvayı özetleyiverecek en yerinde nesne göründü. (Hem taşı-toprağı tutmuş küf de içimi gıcıklar. Söze dökülmeyen ne duyuşların müziğidir bana.) Onu seçtim.

Kırılmasın diye kat kat sardığım bohçası içinde arabamın bagajında iki yıl boyunca dolaştı kiremit. Yerine asılmanın ertelenmesiyle zamana asılmış, nereye gittiysem arkamdan geldi. Güneye, batıya, kuzeye.

Az önce de başından beri yeri bildiğim duvara asıldı.

Ocak –birkaç bin yıl önce yaşasam, tanrısı/tanrıçası niyetine diyeceğim- uğuru olarak mutfağıma.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder