Bana flütü tutmayı, notaların yerlerini gösteren ilk
hocamı aradım. “Yerli parçalar verecektin, yarıda kalmıştı. Devam etsek?”
dedim. Pazartesileri kaldığımız yerden flüt seanslarına döndük.
Ne aradığımı hâlâ pek bilmiyorum. Heyecan takviyesiydi
biraz (ona hiç gerek kalmadı şükür). Bizden parçalarla değişik bir ses katmak.
Haftada bir “şehre inip” insana karışmak. Kalanı da aramadan bulacaklarıma
bıraktım ki çoğu zaman olduğu gibi asıl ödül de (henüz netleşmemekle birlikte)
o oluyor.
İlk sürpriz, hocamın nota yerine nota adlarını vermesiydi.
Nota okumayı gözünde büyütenlere bu daha kolay gelebilir ama uzun vadede zordan
kolayı yok. Notayı kendinden okumak yerine adını okuyup bunu diğer temsil
sistemindeki yerine oturtmak iki katı iş. İlk bakışta kolay olanı ilk bakışta
zor olana çevirip çalmak. Ve tabii çok eksik. Tempo, onunla birlikte es’ler,
nüans, vurgular, süslemeler belirsiz. “Ama bu şekilde de kulak gelişiyor” diyor
hocam. Kaldı ki onlarca öğrencisine vereceği parçaları tek tek notaya dökmeye
zaman da yok.
Bunu rastgele karşıma çıkmış bir engel/zorluk/çözümü
kazanca dönüştürülecek bir rampa olarak aldım.
Kolay pes ettiğimi söylüyorum ama bazı
alanlarda-zamanlarda doğru olan bu yorum bazı alanlarda da düpedüz hak yemek.
Flüt bunlardan biri. Beni yaşadığım ana canlandırıyor. Sıkıcı, zor vs
sıfatlardan arınmış bir bağlılıkla çalıştıkça çabamı kendi enerjisini üreten bir
dinamoya dönüştürüyor. Aradığımı biliyorum: Sesim, anlatımım. Enstrümanın
organik bir parçam haline gelmesi. Ama çalışırken uzak hedefler değil, bir
ölçüden diğerine önümdeki var. Kendimi tümüyle verdiğimde (en güzeli de o, hep
veriyorum) aynı, tekrar anlamını yitiriyor. (Bir aşçı tuza “hep aynı!” der mi?)
Tekrar daha iyiye, berrağa, akıcıya gidişin aracı, onun için malzeme aynı da
olsa ele alınışı hiç aynı olmuyor.
Bir müzik defteri aldım. Adlarıyla verilen notaları
noktasız virgülsüz, alışveriş torbalarını tezgaha boşaltır gibi porteye
döküyor, oradan çalışıyorum. Okumaya alışmış kulağımı duymaya açmayı
öğreniyorum. Biraz dağınık bir iş ama arada sırada asfalttan toprak yollara
sapmak beklenmedik keşiflere davetiye çıkarmak değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder