8 Ağustos 2018 Çarşamba

NEREDEYSE BEDELSİZ BİR ÖFKE ETÜDÜ


Reçinesi sıcağa rayihasını salan çamların, ısınmış örtüsüyle toprağın, sıcakla depreşen kokularıyla çöp bidonlarının, şu ağacın, bu bitkinin koklaya koklaya yanından geçip kıyıya indim.

Uçta her zamanki şezlonglarımdan birinin zincirini açtırıp havlumu serdim, üzerine serilip hazla içimi çekerek kitabımı çıkardım ki bir aile geldi. Belli ki dışarıdan; görevliye seslenip şezlong kiralamak istediklerini söylediler. Üyelerden kel bir bey kibarca bunların ve dahi duşlar ile kabinlerin site üyelerine ait olduğunu, kiralanmadığını açıkladı. Aile de anlayışla karşıladı.

Patırtı, aile reisinin yanlamasına bitiştirilip zincirlenerek kapatılan şezlonglardan birinin gölgesine oturmasıyla koptu. Diğerleri de onu izleyip torbalarını, plaj çantalarını yere, şezlongların kenarına koydular.


Kel bey birden aksileşerek oradan kalkmalarını söyledi. Aile reisi de buna terslenerek cevap verince dalaş başladı.

Deniz herkese ait. Ama şezlonglar şemsiyeler bizim. Çekin gidin. Hayır, bir yere gitmiyoruz, sıkıysa kaldır. Jandarma çağır. Sen çağır.

Perde perde yükselen sesler. Kabaran göğüsleriyle karşı karşıya gelen, her tehditle mesafeyi biraz daha kapatan erkekler. Kapanan anlayış, kulaklar, hızla dibine çeken öfke girdabı. Gözü döndüren, kulağı sağır eden.

Haklıyım. Haksızsın, ben haklıyım. Haksız olan sensin.

Hak/haklılık duygusundan yoksun neredeyse hiçbir öfke olmadığını söyleyen kimdi?

*
Tam da psikolog Steven Pinker’ın zihin kitabını okuyorum (How the Mind Works). Pinker zihni romantik yaygın kanılar, asılsız inançlar, dayanaksız itirazlardan ayıklayıp berraklaştırdığı evrim kuramı açısından ele alıyor. Böyle bir huy, özellik, alışkanlık vb var; neye hizmet etmek üzere nasıl oluşmuş diye sorarak zihne ters mühendislik uyguluyor. (Mühendislik bir araç, çözüm geliştirmek iken, ters mühendisliği mevcut bir ürünün nasıl gerçekleştirildiğini bulmak olarak tanımlıyor. Sony mühendislerinin Panasonic’in son model kamerasını inceleyerek deşifre etmeye çalışması gibi.)

*
Erkekler kabara kabara birbirlerine gözdağı verirken kel beyin yanına diğer üyeler, şezlong söküp bağlayıcı çalışanlar geldi. Üyelerden kadınlar ise yabancı ailenin kadınlarının yanına gitti. Kadınlar kadınlara durumu açıklamaya çalışırken iki tarafın da tavrı anlamaya, anlaşmaya yatkındı. Erkekler ise kızışmakta.

Pinker, en altta en ilkeli olmak üzere üç katmanlı beyin teorisinin çürütüldüğünü anlatıyor. Buna göre duygularımız ilkel beynimizin ürünü ve son gelişen, düşünceli, medeni davranışlardan sorumlu korteksimiz ile çatışıyor. Öyle olmuyor, diyor Pinker. Bir kere beynin her yanı arasında yoğun bir bilgi alışverişi var. Duygular adabı muaşeret kurallarına ters düşse de hizmet ettikleri güdüler geçerliğini sürdürüyor.

Kadınlar birbirlerini dinliyordu. Doğada ölümüne rekabet hep erkekler arasında ve kadın (kendi soyunu sürdürmek) için olmuş. Erkek, dölün kendine mi ait olduğundan kesin olarak emin olamazken kadının böyle bir sorunu olmadığı için biri alanını sahiplenip kanı canı pahasına korumak dürtüsüyle donanmış. Diğeri, kadın ise kendi ve çocuklarının güvenliği, bakımı için erkeği çekip tutmak üzere stratejiler geliştirmiş.

Şimdi burnumun dibinde aile reisi vazgeçip arkasını dönse karizmayı fena halde çizdirecek, ailesi (ama önce kendi) gözünde itibarı zedelenecek, bunun da ta derinde dokunup sızlattığı bağlantı, hayatta kalma şansıyla ilgili olanı. Tabii geri çekilmek var geri çekilmek var. Tepeden bakarak “Şemsiyeniz sizin olsun, yürüyün çocuklar, başka yere gidiyoruz!” rolünü canlandırmak tezahürü kurtardığı gibi üzerine pekala puan da aldırabilir. Ama belli ki ne o ne kel bey ile diğer erkekler sığ, kısır, ucu 3. sayfa cinayetlerine kadar varan bir repertuarın dışına çıkabilecek. Pozisyonlarından milim geri gitmeden ama yol da alamadan kilitlendiler. Çünkü güçleri denk.

Yanlarına gidip gününüz berbat oldu yazık demeyi hayal ettim tembelce. Gitseniz de kalsanız da iki tarafın da canına okunuyor. Elli bin yıllık mekanizmayı çalıştırıyorsunuz ama bedelini bedenleriniz ödüyor. Tansiyonunuz kim bilir kaça fırladı (reis bir de sigara yaktı), nabzınız.. Adrenalin zehir olup akıyor. Kaslarınız, enzimleriniz, hormonlarınız ne halde. Üstelik onunla da bitmeyecek. Yerlerinize döneceksiniz. Her biriniz kendi hikayelerini anlatacak. Aslan kesilen mağdur hikayeleri. Bana acıyın, anlayış, hayranlık gösterin diye bağıran hikayeler. Her türlü kalp ve hayal kırıklığında kendimizden başlayarak anlattığımız hikayeler. Yakınlarınız da, serde yakınlık var, sizi destekleyecek, anlattıklarınızı doğrulayıp pekiştirecek ve hasar, aynı olayı yeniden yeniden yaşamayla derinleşecek.

Kara girdaba kıyısından tanık olduğum için tuzum kuru olsa da öfke öyle bir şey ki yansız tanığın bile bedeni ona cevap veriyor. Nahoş his.

Bu kadar gözlem yeter deyip kucağımda öylece duran kitabı kapadım. Paletlerimi alıp suya gittim. Bir iki yüz metre durmadan yüzdüm, sonra denize uzanıp kollarımı başımın arkasında kavuşturdum, kulaklarımı o onarıcı su sessizliğiyle doldurdum.

Dönüşte dışarıdan gelen aile bir ağacın altında oturmuştu, diğerleri de biraz ötede küçük bir grup halinde. Jandarmayı bekliyorlardı herhalde. Şu arapsaçının çözümü ondaymış, olabilirmiş gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder