3 Ağustos 2018 Cuma

HABANERA


Sabah sabah içim açıldı, ferahlatan, kamçılayan bir heyecan duydum.


İşte hiç pratik olmayan, sırtına, omzuna vurup oradan oraya gidemeyeceğin bir alet. Başlı başına bir alet bile değil, bir araya getirilişiyle enstrümanlaşan bir devşirme.

Kurması, hazırlaması bile bir iş. Yani hazır bir sazdan çok daha sıkı bir bağlanma, taahhüt istiyor. Hele sanatçı müziğine bununla başladıysa –muhtemelen başka bir enstrümanla (tuşlu çalgılar, vibrafon, belki arp?) başlamıştır. Öyle bile olsa bu ustalaşma, o devşirme ile sayısız saat hemhal olmayı istemiştir.

Beni heyecanlandıran da o oldu. Kendini bu veriş. Maddi karşılığını, değip değmeyeceği muhasebesini bir kalemde geçen, tek bir şeye (burada sese) böylesine som bir adanma.

Tek parçalık, bölünmemişlik, kendini verme.

Aşk.

Gerçekten de parmakları.. Arp ve yaylı çalgılarda arşeyi tutan eli düşünüyorum, belki bazı parçalarda tuşlular da elleri bir aşığınkiler gibi gösteriyor. Bunun dışında müzikte eller, parmaklar daha çok atletleri hatırlatmıyor mu? Koşan, uçan, döven parmaklar.. Buradaysa kadeh kenarları benzersiz bir duyarlık gerektiriyor -Almanların büyük bir hassasiyet için kullandığı deyiş gibi, parmak ucu hissi. Dairesel hareketler dokunuşu uzatırken sevişme benzeri dipsiz bir duyuş ima ediyor.

Aşk, evet.

l'amour est enfant de bohême, 
il n'a jamais, jamais connu de loi, 
si tu ne m'aime pas, je t'aime, 
si je t'aime, prend garde à toi! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder