Sabah sabah içim açıldı, ferahlatan, kamçılayan bir
heyecan duydum.
İşte hiç pratik olmayan, sırtına, omzuna vurup oradan
oraya gidemeyeceğin bir alet. Başlı başına bir alet bile değil, bir araya
getirilişiyle enstrümanlaşan bir devşirme.
Kurması, hazırlaması bile bir iş. Yani hazır bir sazdan çok daha sıkı bir
bağlanma, taahhüt istiyor. Hele sanatçı müziğine bununla başladıysa –muhtemelen
başka bir enstrümanla (tuşlu çalgılar, vibrafon, belki arp?) başlamıştır. Öyle
bile olsa bu ustalaşma, o devşirme ile sayısız saat hemhal olmayı istemiştir.
Beni heyecanlandıran da o oldu. Kendini bu veriş. Maddi
karşılığını, değip değmeyeceği muhasebesini bir kalemde geçen, tek bir şeye
(burada sese) böylesine som bir adanma.
Tek parçalık, bölünmemişlik, kendini verme.
Aşk.
Gerçekten de parmakları.. Arp ve yaylı çalgılarda arşeyi
tutan eli düşünüyorum, belki bazı parçalarda tuşlular da elleri bir aşığınkiler
gibi gösteriyor. Bunun dışında müzikte eller, parmaklar daha çok atletleri hatırlatmıyor
mu? Koşan, uçan, döven parmaklar.. Buradaysa kadeh kenarları benzersiz bir
duyarlık gerektiriyor -Almanların büyük bir hassasiyet için kullandığı deyiş
gibi, parmak ucu hissi. Dairesel
hareketler dokunuşu uzatırken sevişme benzeri dipsiz bir duyuş ima ediyor.
Aşk, evet.
l'amour est enfant de
bohême,
il n'a jamais, jamais connu de loi,
si tu ne m'aime pas, je t'aime,
si je t'aime, prend garde à toi!
il n'a jamais, jamais connu de loi,
si tu ne m'aime pas, je t'aime,
si je t'aime, prend garde à toi!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder