Reçinesi sıcağa rayihasını salan çamların, ısınmış
örtüsüyle toprağın, sıcakla depreşen kokularıyla çöp bidonlarının, şu ağacın,
bu bitkinin koklaya koklaya yanından geçip kıyıya indim.
Uçta her zamanki şezlonglarımdan birinin zincirini
açtırıp havlumu serdim, üzerine serilip hazla içimi çekerek kitabımı çıkardım
ki bir aile geldi. Belli ki dışarıdan; görevliye seslenip şezlong kiralamak
istediklerini söylediler. Üyelerden kel bir bey kibarca bunların ve dahi duşlar
ile kabinlerin site üyelerine ait olduğunu, kiralanmadığını açıkladı. Aile de
anlayışla karşıladı.
Patırtı, aile reisinin yanlamasına bitiştirilip
zincirlenerek kapatılan şezlonglardan birinin gölgesine oturmasıyla koptu.
Diğerleri de onu izleyip torbalarını, plaj çantalarını yere, şezlongların
kenarına koydular.
Kel bey birden aksileşerek oradan kalkmalarını söyledi.
Aile reisi de buna terslenerek cevap verince dalaş başladı.
Deniz herkese ait. Ama şezlonglar şemsiyeler bizim. Çekin
gidin. Hayır, bir yere gitmiyoruz, sıkıysa kaldır. Jandarma çağır. Sen çağır.
Perde perde yükselen sesler. Kabaran göğüsleriyle karşı
karşıya gelen, her tehditle mesafeyi biraz daha kapatan erkekler. Kapanan anlayış,
kulaklar, hızla dibine çeken öfke girdabı. Gözü döndüren, kulağı sağır eden.
Haklıyım. Haksızsın, ben haklıyım. Haksız olan sensin.
Hak/haklılık duygusundan yoksun neredeyse hiçbir öfke
olmadığını söyleyen kimdi?
*
Tam da psikolog Steven Pinker’ın zihin kitabını okuyorum
(How the Mind Works). Pinker zihni
romantik yaygın kanılar, asılsız inançlar, dayanaksız itirazlardan ayıklayıp
berraklaştırdığı evrim kuramı açısından ele alıyor. Böyle bir huy, özellik,
alışkanlık vb var; neye hizmet etmek üzere nasıl oluşmuş diye sorarak zihne ters mühendislik uyguluyor. (Mühendislik
bir araç, çözüm geliştirmek iken, ters mühendisliği mevcut bir ürünün nasıl
gerçekleştirildiğini bulmak olarak tanımlıyor. Sony mühendislerinin Panasonic’in
son model kamerasını inceleyerek deşifre etmeye çalışması gibi.)
*
Erkekler kabara kabara birbirlerine gözdağı verirken kel
beyin yanına diğer üyeler, şezlong söküp bağlayıcı çalışanlar geldi. Üyelerden
kadınlar ise yabancı ailenin kadınlarının yanına gitti. Kadınlar kadınlara
durumu açıklamaya çalışırken iki tarafın da tavrı anlamaya, anlaşmaya yatkındı.
Erkekler ise kızışmakta.
Pinker, en altta en ilkeli olmak üzere üç katmanlı beyin
teorisinin çürütüldüğünü anlatıyor. Buna göre duygularımız ilkel beynimizin
ürünü ve son gelişen, düşünceli, medeni davranışlardan sorumlu korteksimiz ile
çatışıyor. Öyle olmuyor, diyor Pinker. Bir kere beynin her yanı arasında yoğun
bir bilgi alışverişi var. Duygular adabı muaşeret kurallarına ters düşse de
hizmet ettikleri güdüler geçerliğini sürdürüyor.
Kadınlar birbirlerini dinliyordu. Doğada ölümüne rekabet
hep erkekler arasında ve kadın (kendi
soyunu sürdürmek) için olmuş. Erkek, dölün kendine mi ait olduğundan kesin
olarak emin olamazken kadının böyle bir sorunu olmadığı için biri alanını
sahiplenip kanı canı pahasına korumak dürtüsüyle donanmış. Diğeri, kadın ise
kendi ve çocuklarının güvenliği, bakımı için erkeği çekip tutmak üzere
stratejiler geliştirmiş.
Şimdi burnumun dibinde aile reisi vazgeçip arkasını dönse
karizmayı fena halde çizdirecek, ailesi (ama önce kendi) gözünde itibarı
zedelenecek, bunun da ta derinde dokunup sızlattığı bağlantı, hayatta kalma
şansıyla ilgili olanı. Tabii geri çekilmek var geri çekilmek var. Tepeden
bakarak “Şemsiyeniz sizin olsun, yürüyün çocuklar, başka yere gidiyoruz!” rolünü
canlandırmak tezahürü kurtardığı gibi üzerine pekala puan da aldırabilir. Ama
belli ki ne o ne kel bey ile diğer erkekler sığ, kısır, ucu 3. sayfa cinayetlerine
kadar varan bir repertuarın dışına çıkabilecek. Pozisyonlarından milim geri
gitmeden ama yol da alamadan kilitlendiler. Çünkü güçleri denk.
Yanlarına gidip gününüz berbat oldu yazık demeyi hayal
ettim tembelce. Gitseniz de kalsanız da iki tarafın da canına okunuyor. Elli
bin yıllık mekanizmayı çalıştırıyorsunuz ama bedelini bedenleriniz ödüyor.
Tansiyonunuz kim bilir kaça fırladı (reis bir de sigara yaktı), nabzınız.. Adrenalin
zehir olup akıyor. Kaslarınız, enzimleriniz, hormonlarınız ne halde. Üstelik onunla
da bitmeyecek. Yerlerinize döneceksiniz. Her biriniz kendi hikayelerini
anlatacak. Aslan kesilen mağdur hikayeleri. Bana acıyın, anlayış, hayranlık
gösterin diye bağıran hikayeler. Her türlü kalp ve hayal kırıklığında
kendimizden başlayarak anlattığımız hikayeler. Yakınlarınız da, serde yakınlık
var, sizi destekleyecek, anlattıklarınızı doğrulayıp pekiştirecek ve hasar,
aynı olayı yeniden yeniden yaşamayla derinleşecek.
Kara girdaba kıyısından tanık olduğum için tuzum kuru
olsa da öfke öyle bir şey ki yansız tanığın bile bedeni ona cevap veriyor.
Nahoş his.
Bu kadar gözlem yeter deyip kucağımda öylece duran kitabı
kapadım. Paletlerimi alıp suya gittim. Bir iki yüz metre durmadan yüzdüm, sonra
denize uzanıp kollarımı başımın arkasında kavuşturdum, kulaklarımı o onarıcı su
sessizliğiyle doldurdum.
Dönüşte dışarıdan gelen aile bir ağacın altında
oturmuştu, diğerleri de biraz ötede küçük bir grup halinde. Jandarmayı
bekliyorlardı herhalde. Şu arapsaçının çözümü ondaymış, olabilirmiş gibi.