Şimdi de Mavi Yolculuğa çıkıyorlarmış.
Benim gezmem gerek, diyor. “Ev bana yaramıyor. Evde tek
sevdiğim okumak. Hepsi o.”
Bir iki haftaya gözleri parlayarak döner. Heyecanlı,
tazelenmiş. Çok geçmez, pazardan körpe getirip dışarda bıraktığın yeşil yapraklar
misali yavaşça, sonra birden solar. Söner. Bakışları, bunlara değecek şey
bulamaz gibi donar. Hareketleri ağırlaşır.
Yeni bir gezmeye kadar.
*
Denizde sabahlar. Yürüyüş meditasyonunun sudaki
karşılığını yaparken zaman sünüyor, kopup anlamsızlaşıyor. Uzayıp giden tek bir
an, içine doldur doldurabildiğini. Yerçekiminden azade kalan zihinde gelip
geçen düşünceler serbest, berrak. Beni bana gösterişleri ne kadar apansız
bazen. Ama yargısızlıklarıyla acıtıcı olmaktan ne uzak. Tıpkı üzerlerinden
süzüldüğüm balık sürüleri gibi; görüşümü doldurup boşaltıyorlar.
Meditasyon akışında yüzme yerini yavaş ama ritmik
kulaçlara bıraktığında sahne bir kez daha değişiyor. Tempoyu vuran şimdi nefes.
Saat gibi. Düzenli. Gür. Kuvvetle ve sonuna kadar verdiğim nefesimin
kabarcıklarla birlikte yükselen homurtusu suya giren ellerimin hafif sesine
biniyor. Çalıştıkça açılan bir metronom.
Sığda güneşin arada kum balıklarının dolandığı ışıklı
oynak ızgaralarını seyrederek çıkıyorum. Teknem okyanusa açılmış kadar doygun.
An’ı bütün varlığını içine salarak dipsizleşmeye
bıraktığında yol da sensin, yolcu da. Hareket ve sükunetin içselleşmesiyle
elindeki her şey/herhangi bir şey yakıt. Durağanlık yanılsaması aradan
çekildiğinde değişiklik arzusu da yersizleşiyor.
Hararetini (hayatiyetini) düzenlemek için dünya para verip çoğunu da havaya
saçarak elektrik yakmaya gerek yok.
Yakıtın hava ile su.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder