26 Temmuz 2023 Çarşamba

HOŞBEŞ

Amcamın yolumu gözlemiş çeviri soruları bu kez Rohinton Mistry’dendi. Hal hatır faslı biter bitmez defterinin arasından cümleleri not aldığı kağıdı çıkardı.

“Bunlarda otherwise’ı nasıl çevirirsin? Ben çeşitli şeyler denedim ama içime sinmedi.”

Okuyup bir kenara koydum.

“Tamam. Siparişi bilincin altına verdim. Hazır olunca dürter” dedim. Konuyu değiştirdik. Bir süre sonra dürtü geldi. Cümlelerin kelimeler halinde değil de izleyecekleri yol ile olgunlaştığını hissedince sözünü kesip kağıda uzandım. Yazıp uzattım. Bir okudu. “Yok, olmamış” dedi.

Peki deyip geçtim.

Sonra bir daha, bir daha. Ve “Bu kadar olur, bravo!” dedi. Sonra, “Peki blessing’e ne dersin?”

“Yerine göre. Lütuf. İyilik. Hayır.”

İnteraktif’in aşağı yukarı analitik yerine kullanılamayacağı da laf arasında ortaya çıkınca ziyaretime şimdiden değmiş kadar sevindi, memnun oldu.

Amcamı sevindirmek ne kolay.






*

Enerji bedeninden çekilirken aklı ve hafızasında ne kadar yerinde!

Kavun yerken anlattı.

“Bostanda bekçilik sıram geldiğinde baban öyle yapayalnız, bomboş sıkılmayayım diye bana kitaplar getirirdi. Bir gelişinde karpuz kadar irileşmiş bir kavunu onun için ayırmamı, İstanbul’a götüreceğini söyledi. Fakülteye, sınava dönüyordu. Upuzun tren yolculuğunu kavun kazasız belasız atlatmış. İndiğinde düşürünce ikiye ayrılıp gitmiş. İşte o sefer bana Paul ve Virginie’yi getirmişti. Okudum, çok etkilendim. Güvercinlerimden ikisinin adını Paul ve Virginie koymuştum.”

(Kimin nesiymiş diye baktım. Yazarı Jacques-Henri Bernardin de Saint-Pierre imiş. Konusunun çok ilgi çekmesini anladım. İndirdim, hukuk öğrencisi ile bostan bekçisinin izinde ben de okuyacağım.)

Babamı, yetişme koşullarını amcamdan dinlemek, aynı (?) filmi farklı bir yönetmenden izlemek gibi. Hiç değinilmemiş -ama temel önemde- şeyler anlatıya ekleniyor, aşina olduklarıma ise başka bir ışık düşüyor.

Dayak sözgelimi. Babam bir abisinden çok sopa yemiş. “Karşılık vermez miydi?”

“Hiçbir zaman! Sözünü esirgemez, karşısındaki kızıp üzerine yürüdüğünde hamallar dövüşür! diyerek elini kaldırmazdı.”

Ama, diye ekledi. “Hepimizden ayrıydı. Kendini dışımızda tutar, duruşunu da kabul ettirirdi. Ona saygı duyar, çekinirdik. O kadar sert, katı olan deden bile çekinirdi!”

Dünya Savaşı yıllarında köyde yaşamın, iyinin kötüden öyle kolayca ayrışıp sınıflandırılamayacağı almaşık koşullar dokuduğu çıkıyordu amcamın anlattıklarından.

Erkekler arasında bol kavga dövüş. Ya kızlara, kadınlara?

“Asla! Öfkeye, dayağa yatkın olanlar bile kızlarına, karılarına tek bir fiske atmamıştır!”

Kadının hiç ezilmediği, aşağı görülmediği bir aile ama bin bir özveriyle okutulanlar (köyde bağ bahçe başında tutulan ya da okumayla ilgisi olmayan dışında) sadece erkekler olmuş.

Babamdan, amcamdan dinlediğim köy hikayeleri bana olgunlaştıkça değerlendirmeyi hazır hükümlerden değil, koşullardan yola çıkarak yapma gereğini anlatıyor.

İnsan o vakit iyide kötüyü, kötüde iyiyi iç içe algılayacak kadar kucaklayıcı olabiliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder