20 Aralık 2020 Pazar

GÜRÜLTÜ İLE PATIRTI ARASINDA BİR YAZI

Pazar. Güneşli bir kış günü sessiz sedasız. Hafta sonu kapanması virüsten korunmada bir işe yaramasa da derinleştirdiği sessizlikle başka türlü bir arınmaya hizmet ediyor.

*

Köyü seslerinden yaşıyor, takip ediyorum. Şurada üç mandalina bahçesi, burada üç beş çayırlık arazide iki inek, arada bir kim bilir nereden gelip nereye giderken rastladığım ufak koyun sürüleri, çaçaronlukları sayılarını olmasa da mevcudiyetlerini çoğaltan kümes hayvanlarının egzotik yamalar gibi durduğu bu yeri.



İnşaat ve virüsten kaçış mevsimi, trafik arttı. Gelsin betoniyerler, gitsin moloz kamyonları, vidanjörler, kaya kıranlar, kepçeler. Topografyayı oya kıra, dağıta, toprağı betonlayarak sustura çalışmalarını seslerinden izliyorum. Bir uçta düzlenen tepelerden yükselen uğultular, hemen arkamdaki kayaları parçalayan kırıcıların yaylım vuruşlarıyla benekleniyor, derken çamın dallarında ani bir ötüşme, daracık sokağa koca göbeğini sığdırmaya çalışan beton kamyonunun ileri geri manevralarına tatlı bir şaşırtma veriyor (orada diş ipinin anca gireceği bir boşluğa ev konduruyorlar, o kadar ufak ki resmi inşaat levhası bitişik evin duvar dibine sığışabilmiş). Çatırtılar, patırtılar, çekilen, boşaltılan, sürüklenen malzeme sesleri, darbeler. Bunlar koyun bir yanından diğerine yankılanırken, neredeyse yersiz kaçacak kadar seyrek bir hatırlatıcı; inek böğürtüleri, koyun çanları, horozlar.. köydü buralar diyorlar. Buralar köylükten çıkıp “oralarda da olmadı” diyerek şehirlerden taşanlarca şehirleştirilmeye doğru kamyonlar hızında ilerliyor.



Yapacak bir şey yok. Şehirden taşanlardan biri de benim. Düzensiz, plansız, sağır, miyop, yığma bir kültürün parçası.





*

Sesler arasında yürüyordum, hızla yükselen, yanındaki arazinin de kayaların böğründen deşildiği inşaatın önünde durdum, foto çektim.



“Bir dakika! Ne çekiyorsunuz siz?!” diye bir bağırış ve iri yarı, kaba hatlı, kötü bakışlı bir adam önümde belirdi.

“Değişimi belgeliyorum” dedim sakin bir sesle.



Bu beklenmedik cevap karşısında ağzına üç balonlu jiklet birden doldurulmuş gibi sustu. Ben yoluma devam ederken arkamdan seslendi:

“Başkalarının inşaatını çekmeye hakkınız yok!”

Neden ki? Askeri üs mü yaptığınız, kimyasal silah fabrikası mı, yoksa sadece kim bilir kaç yerinden yönetmelik mi deliyorsunuz? Hak mı? Kimin neredeki hakkı bu hak, hangi koşullarda nasıl tanımlananı, eğilip büküleni?

“Siz kendi eviniz yapılırken çektiniz mi?!”

Tınmaz bir tını vermeye çalıştığım barışçı bir sesle “Tabii” dedim arkama bakmadan.

“Başkaları da çekti mi peki?!”

“Tabii.”

Hiç değilse son sözü kimseye bırakmama gayretiyle,

“Tamam o zaman” dedi.

*

En yüksek perdeden öttüklerinde bile kulak kesilirsen kuşlar ile çevreleri arasındaki etkileşimi duyarsın. Ötüşleri dinlemeyi izler, dinlemeye döner.

İnsan ise dinlemeden sesini yükseltiyor. Çevreyle etkileşim değil, sağı solu ite kaka kalçasına yer açma, sonra da bunu türlü zorbalık, oldu bitti ile genişletme peşinde. Bizde onun bu doğal arsızlığını gemleyecek bir toplu yaşama düzeni de olmayınca kulaklarını tıkayarak bağıran, haykıran bir kalabalıktan ibaret kalmıyor muyuz?

*

Susup Pazar sessizliğine dönüyorum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder