18 Ocak 2014 Cumartesi

MAKİNE DAİRESİ VE SİMÜLATÖR

İnsan işleyişini yakından, ilk elden anlama işinde düşüncelerle düşünmemeye başladım.

Tepkilerin, hayata verilen karşılıkların makine dairesine iniyorum; zihnin işleyişini hisler, duygular, güçlü heyecanlar hizasından izlemeye koyuluyor.

Makine dairesi dediğim bu oluşum aşaması ilginç bir alan. Sözcükler, kavramlar, etiketler ve bunlara verilen üç aşağı beş yukarı sabit değerler yukarıda, kaptan köşkünde kalıyor. İnce seviyelere indikçe karşılaştığım, hiçbir anı tekrarlanmayan sürekli bir değişim oluyor. Bileşenler tek tek tanıdık olabilir. Katılık, esneklik, darlık, enginlik, tatlılık, burukluk, soğukluk vs. Ortaya çıkardıkları bileşimlerinse bir benzeri daha olamıyor.

Beyinde duygulara ayrılmış bir merkez yokmuş. Duygu, çeşitli merkezlerin etkileşimleri sırasında ortaya çıkan bir kokteyl. Aslında kaynak makinesinden saçılan kıvılcımlar kadar bir var bir yok bir çakış.

Yani kendi haline bıraksak öyle olacak.

Duyguların belirmesinden sonra neler olduğunu gözümü yukarı, kaptan köşküne çevirdiğimde anlıyorum.

Sözcüklere, kavramlara, değerlendirme ve yargılara döküldükleri an somutlaşıyor, nüanslarını yitirerek katılaşıyor, sahiplenilerek veya saldırılarak kendilerine ait bir gerçeklikleri varmış muamelesi görüyorlar. Yani bu seraplar dil ile, sorgulayıcı olmayan kaba düşünce ile temas ettikleri an seri üretim şeridine dökülüyor, sınıflandırılıyor, kutulanıp etiketleniyor ve pazardaki yerlerini almaya hazır hale geliyor. (Ve tüm bunlar saniyeler içinde olup bitiyor tabii!)

Filmi geri sarıp duyguların veri alındığı kaptan köşkünden makine dairesine döndüğümde katılıktan akışkanlığa geçiyorum.

Deneyimleri piyasalık ufak kutularından çıkardığımda sonsuz nüanslar geri geliyor. Bakış tazeleniyor. İlk elden yaşamayla birlikte tekdüzelik de ortadan kalkıyor.

Bildiğini sanan bezgin, donuk bakışın yerini farkındalık alıyor.


VE SİMÜLATÖR

Asıl anlatmak istediğim buydu ama böyle uzunca bir girizgah gerekti.

Daha önce biri çıkıp şimdi hevesle yapmakta olduğumu önerse omuz silkerdim.

“Hayatta ne öngördüğün gibi gerçekleşiyor ki bunun yararı olabilsin?!”

Oysa epeydir bununla ilginç zamanlar geçiriyorum:
Nedense çoğunlukla hareket halinde, yürür ya da araba kullanırken olanca canlılığıyla durumlar hayal ediyor, olası tepkilerimi canlandırıyorum.

Bunu da makine dairesi dediğim seviyeden yapıyorum.

“Şu köşeden bir araba fırlıyor, sağ yanından epey şiddetli vuruyor.” Darbeyi vücudumda canlandırıyorum. Acı, şaşkınlık ve karmaşanın öfkeye dönüştüğü anı. Gözüm dönmüş, kendimi dışarı atıp insanların yüzde doksan dokuz nokta doksan dokuzunun yaptığını yapan bir kukla olmaya bırakabilirim. Bağırır çağırır, haklılığımı ağır bastırmaya çalışır, canımı dişime takar, kavga edebilirim.

Ya da.. ortada hiçbir şey yokken böyle senaryolar çalıştığım vakitlerin meyvelerini toplayabilirim.

“Adi öfke ustalıkla kullanılabilecek bir araç, silah değil. Böyle darbelerden doğması doğal. Sürtüşmeden çıkan kıvılcım gibi. Ama onunla hareket etmek yarayı kanırtmaktan öte işe yaramaz. Böyle durumlarda çok bağıran kazanıyor. Ama kazançlı çıkmanın bir yolu daha var; farklı davranmak. Tam ters yönde, son derece sakin. Olan olmuş. Bunu geri çeviremeyeceğine göre sonraki zararı en aza indirmeye bakmak.”

Ardından, kendimi tepkilerime bırakıp hep aynı şekilde davransam hiç öğrenemeyeceğim şeyleri görmeye başlıyorum.

Öfkeden giriyor, özgürlükten çıkıyorum.

“Böyle keyifle arkadaşlarınla buluşmaya giderken bir telefon geliyor. Çok çok kötü bir haber..”

“Şu tüküren taşlardan birinde ayağını burkuyorsun. Üç hafta boyunca koltuk değnekleriyle yürümen gerekecek..”

Senaryoların her birine vereceğim tepkiyi tenimde duymaya bakıyorum. Kanımın önce çekilip sonra hücum edişini, çığırından çıkıp soluğumu kesen kalp atışlarını, dizlerimin çözülüşünü, zihnimin bomboşluğunu. Şoktan dehşete, acıdan öfkeye, donmuşluğa duyguların değişimini. Ne kadar ayrıntılı, canlı, o kadar iyi.

Senaryoda fiziksel ya da ruhsal ilk darbeden sonra her seferinde bir yol ağzı yaratıyorum. Bir yanda bildik, otomatik tepkiler. Onu da bir süre canlandırıp peki bu seni (insanı) nereye götürüyor ve aklı başında bir seçenek ne olurdu faslına geçiyorum.

Hayat hiçbir zaman öngörüldüğü gibi akmıyor, doğru. Ama bu, yaptığımın yararını azaltmıyor.

Simülasyon diye bir şey var, değil mi?


Eğitimin esaslı bir parçası.

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder