9 Ekim 2010 Cumartesi

SANATÇININ KÜFESİ


Sanatçı, diyeceğini sanatıyla ortaya koyandır. Şarkısını söyler, yazacağını yazar, heykelini yontar, resmini duvara asar, müziğini seslendirir..

Sonra da bizden biridir. Bizim kadar politik ya da apolitik, dünyanın gidişatını umursayan-umursamayan. Yaşamı şöyle ya da böyle anlamlandıran bir Ademoğlu-kızı.

Ne bir eksik ne bir fazla.

Peki sanatıyla sivrilmiş, gönlümüzde bir yer edinmiş ama bunun dışında bizden bir farkı olmayan birinin ne demeye sırtına bir küfe, küfesine de ekstradan görevler, beklentiler yükleriz ki?

Ülkemizi gereğince (tabii bundan da bizim anladığımızca) temsil etmeli.

Hayır dediğimize evet, evet dediğimize hayır dememeli.

Topluma örnek olmalı.

İnsanlara yolu göstermeli..

Siyaset yapmalı.

Hayır, sanatçılığını bilip siyasetten uzak durmalı.

Bir davaya baş koymuş olsun olmasın, sanatçı sırf sanatçı sıfatıyla sanki bizden çok daha etraflı, derin, ileri görüşlü olabilirmiş ve zaten olmalıymış gibi.

Karşılanmadığında öfke uyandıran bütün o beklentilerin temelindeki varsayım irkiltici:

Bir şeyleri “iyi” yapan birilerinin tüm geri kalanda da bizden iyi olacağı.

Bu varsayımın beslendiği ihtiyaç daha da irkiltici:

Yar bana bir eğlence.

Eh, onun yanında bir izci, bir rehber, bir de KENDİ cılız sesime şöyle davudisinden bir hoparlör!

Bıraksak, sanatçı sanatıyla ışık tuttuğunu aydınlatsa. Gönlümüzdeki yerini. Böylece gündeliğin üzerine yükselmiş bakışımızla yetinsek, sırtına bir küfe, içine de olmadık beklentiler yüklemesek.

Elimiz böğrümüzde kaldığında duyacağımız öfke yerine bize sunabildiğine karşılık şükranla yetinsek.

Düşüncesini eleştireceksek bunu “ama o sanatçı!” itirazıyla dallandırıp budaklandırmadan yapsak.

İşini seviyorsak sevsek, sevmemişsek yürüsek gitsek kendi işimize.

Tamam, pek güzel sebze çorbası yapıyor diye aşçıbaşından oteli tam da bizim isteyeceğimiz gibi yöneten bir genel müdür filan olmasını beklemesek?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder