Mutfak tezgahının 37 yıllık beyaz fayanslarında karıncalar. Yüzeyi temiz bırakmak, zeytinyağı gibi cazip gıdayı da su dolu hendekler içinde tutmak dışında ilişmiyor, savaşmıyorum. Yemek pişerken kokulardan tahrik olmuş, artık nerelerdense çıkıp geliyorlar. Kol kol bir kalabalık ve hareket oluşuyor.
Shantideva yeniden elimde.
Karıncaları onun ışığında seyrediyorum. Uyaran, uyarana gelenler ve olanlar.
Kurcalamayan bir göze başlı başına bir olgu gibi görünen durumları, kişiler ve
onların etrafında yaşanan olayları tencerenin başında bana karıncalar örnekliyor.
Buda, hiçbir şeyin
kendiyle başlayıp biten bir varlığı olmadığını, ayrı, koşullardan bağımsız bir
özü bulunmadığını, başlı başına olarak algıladığımız her şeyin aslında sürekli
değişen koşulların birbirlerini zaman ve mekan içinde belirleyerek oluşturduğu
akışlardan ibaret olduğunu deneyimlemiş ve bulmuş. (Budizm’in en yanlış
anlaşılan, anlaşılmayan hiçlik kavramı bundan başka bir şey değil: Başlı başına
bir özü olan hiçbir şey yoktur -dependent arising. Budizm’de aydınlanma
da zihin dahil her şeyin gerçek doğasına entelektüel değil, ilk elden uyanmak
ve bizi esir alan, hasta eden bu en büyük yanılsamadan böylece özgürleşmek.)
Öfkelerimiz, tutkularımız,
korkularımız. Dört elle sarıldıklarımız ve kaçacak yer aradıklarımız. Kaya gibi
sağlam, sabit, gerçek görünen sen-ben-o ayrımımız. Buna bina edilen umutlar ve
umutsuzluk.
O sabit öz kavramı.
Gerçekte olan ise atom
altı -ve kim bilir onun da ne kadar altları- derken moleküler, fizyolojik,
biyolojik, kimyasal, fiziksel, giderek kuşaklar arası, coğrafi, küresel, kültürel
ve tarihsel düzlemlerde kesintisiz akışların geçici tezahürleri. Göreli
gerçekliğimizde bunlara adlar veriyor, sıfatlar takıyor, cazip, tehlikeli, fark
etmez sınıflarına ayırıyor, karşılarında ittifaklar ve muhalefetler oluşturuyor
gidiyoruz.
Tüm bu sabitlik algısı
yerini birbiriyle belirlenen kesintisiz akışın idrakine bıraktığında neler
nasıl değişirdi?
Karıncalarda müthiş bir
yoğunlaşma, hareket. Sonra tezgahı sildiğimde hepsi hiç olmamış gibi dağılıp
gidiyor.
*
Dün doğum günüydü.
Alzheimer’in aramızdan çok erken aldığı bir arkadaşımızın karısını aradım. Sevgili
arkadaşımızın artık iyice çocuklaştığını, hastalığın kortekste yerleşmesiyle
konuşma zorluklarının da başladığını anlattı.
Yakınlarını tanıyıp
tanımadığı anlaşılmıyormuş. Tanıdığımız adam değildi artık.
Bir özü var idiyse ne
olmuştu ona?
Yoksa şartlar bir
süreliğine tanıyıp sevdiğimiz, hayatlarımıza dahil olmuş bir kişi halini almış
da sonra tezgahı silinen karıncalar misali dağılıp nihayet ortadan kalkmaya
doğru yerini başka bileşimlere mi bırakıyordu?
Karıncaların söylediğini
zihinsel bir yitişin özetlenişi tekrarladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder