Jarvis Jay Masters bir
daha çıkmamak üzere hapse 19 yaşında düşmüş. Silahlı soygundan 20 yıllık
cezasını çekerken bir gardiyanın öldürülmesinde teşvik ve cinayet aletinin
tedarikiyle de yargılanarak ölüm cezasına çarptırılmış. Bugün 60 yaşında, kırk
yılı aşkındır San Quentin hapishanesinde, infaz bekleyen mahkumlar arasında.
Hikayesini David Sheff’in
kitabında okudum (A Buddhist on Death Row).
Jarvis bir siyah.
Uyuşturucu bağımlısı, şiddet eğilimli bir anne ile ondan da şiddetli, sonunda
hepsini terk edip yerini kendisini aratmayacak “babacıklara” bırakan bir
babanın çok kardeşli oğlu.
Küçük yaşta annesinden
alınıp verildiği bakıcı ailenin yanında hayatının doğru dürüst birkaç yılını
geçirdikten sonra bu ailenin dağılmasıyla oradan oraya, bir şiddetli ortamdan
diğerine, suçtan suça, ıslahhanelerden tutukevine sürükleniyor.
Hapiste oranın en güçlü
çetesine “asker” seçilip sıkı bir dayanıklılık ve sadakat eğitimine sokuluyor.
Mahkum olduğu cinayet de bu çetenin işi. Jarvis kimseyi ele vermemeye yeminli
olduğundan hiçbir dahli olmadığını kanıtlayamıyor.
Ölüm cezasıyla içinde
birikmiş tüm öfke, kin, korku, zincirlerinden boşanan bir panik ve hiddete
dönüşüyor.
Mahkemenin tayin ettiği
bir yasal danışmanla meditasyon ve Budizm ile tanışıyor.
İçsel-dışsal cehennemde
yaşarken durup oturmak ve dikkatini nefesine vermek gülüp geçeceği, cılız,
alakasız, bir acayip fikir tabii! Danışman peşini bırakmıyor. “Kaybedeceğin ne
var ki? Bir dene.”
Nefes alamayacak kadar
tıkandığı bir seferinde Jarvis deniyor. Anlık bir rahatlama dikkatini cezbedince
de bir iki devam ediyor. Melody (danışman) kendi hocasından aldıklarını
aktarmayı, Jarvis uygulamayı sürdürüyor.
*
Hikayesi, bundan böyle
hayatının bir parçası olan, bazen onunla uyum içinde aktığı bazen çatıştığı,
minnet kadar isyan da duyduğu meditasyonun da öyküsü.
Suç ortamı ve bunun doruğu
olan hapishanede (kırk yılın çoğunu suçlandığı cinayet mahalinde, tecritte ve
kendisine diş bileyen gardiyanlar arasında geçiriyor) hayatta kalmak üzere
edinip kalınlaştırdığı, o zamana kadar tek koruması, gücü bildiği kabuğu
çatlamaya, bastırılmış, duygular, travmalar yüzeye vurmaya başladığında dehşete
kapılıyor.
Zamanla meditasyon ve
Budizm konusunda ona yol gösteren, destek olan çevresi genişlemiş. Ustalarından
meditasyonun ne olduğu ne olmadığını öğrendikçe bu dehşetle de yüzleştiği
cesareti topluyor.
Meditasyon çalkantılı zihin
ve duygulardan geri çekilip içine ve dışına tanık olma terbiyesidir diyorlar.
Yargılamadan, bastırmadan,
kaçmadan tanık oldukça güvenliğimiz için etrafımıza ördüğümüz ego merkezli
sahte benlik belirginleşir. Onunla bağımız gücünü kaybetmeye başlar.
Özdeşleşmemiz çözülmeye doğru gider.
Özü basit, yaşaması
çetrefil bir deneyim. Ve hayat gibi. Asla doğrusal değil. Gelgiti, kuşkuları
çok.
Hele San Quentin gibi bir
azılılar zindanı ve yıllar süren temyiz labirentlerinde.
Ama Jarvis bu karınca
adımını atıyor.
Meditasyonun yanı sıra
mahkumiyet hayatında edindiği dostlarının keşfedip teşvik ettiği bir dayanağı
daha ortaya çıkıyor: Hikaye anlatıcılığı. Ancak okuma yazması olan, dilbilgisi,
kelime dağarı sınırlı bir yarı cahil fakat işte doğuştan bir öykücü!
Meditasyonla gelen içgörüleri, gözlemlerini ilmek ilmek yazmaya başlıyor.
Yazdıklarını çeşitli yerlere gönderip yayımlatıyor dostları. Geniş yankı
uyandırıyor, dört bir yandan verdiği ilham ve cesaret için teşekkür mektupları
alıyor.
Meditasyon, ifade gücü ve
dost çevresinin de desteğiyle çok derin çalkantıların, umut ve umutsuzluk cehennemlerinin
ötesinden Jarvis asıl güç ve özgürlük kaynağını adım adım keşfetmeye doğru
gidiyor.
Asıl gücün,
kalınlaştırdığın bir kabuğun içinde öfkeyle, arzular ve korkuların itip
çekmesiyle korumaya aldığın sahte benlikte değil, hayat karşısında çıplaklaşıp
sadeleşmekte olduğunu deneyimle öğrendikçe hapiste ve dışarıda birçok kişiye
ışık tutuyor, kuvvet veriyor.
Jarvis hala hapis. Ama “dışarıdaki”
pek çok insandan daha özgür.