Sonunda bu yazın da kalabalığı dalga dalga çekildi. Sıcak güneşle birlikte alçalarak keskinliğini kaybetti, tatlı tatlı ısıtmaya devam ediyor. Su yumuşacık.
Kalanlar emekli ve
yaşlılar. Zaman da buna göre. Günler kısalırken o uzuyor, nabzı düşüyor,
sakinleşiyor. Üzerine kurulduğun bir meditasyon minderi. Sükunet.
Plajda çığlıkların yerini
ara ara sudakilerin sohbeti alıyor. İşitme kaybıyla yükselen davudi, sigaralı,
cırlak seslerden siyaset, yemek tarifleri, denizin kıyıya taşıdığı site dedikoduları.
Çalışanlardan birinin
aklına gelivermesiyle kahveden bazen arabesk yayılıyor. Konyalı’dan başkasına..
ya da kaynanaya hitaben yazılmış “Al kızını – koy çuvala- salla salla vur
duvara” gibi şeyler. Kısık ses müziğin herhangi bir türünü rahatsız etmekten
uzak, çeşni haline getirebiliyor ne ilginç! Verdi ile kaynana şarkısını
kulağıma dokunuşunda neredeyse eşitleyen bir şey.
Rutinine sadık bir ben
değilim. Hep aynı vakit aynı yerde aynı şeyi yapan aynı insanlar. Suları
tokatlayan güçlü yüzücü. Dubaların ipine asılıp önce yüz, sonra sırtüstü bacak
egzersizi eden. Yavaş ama güzel yüzen yaşlı kadın.
Tam da ay biterken elim
Halk Kitabevinde Mehmet Rauf’un Eylül’üne gitti. Hiç duraksamadan aldım. Ne adı
dışında yazarı bilirim ne romanını. Ama kitaplık perisine inancım hiç
sarsılmadı. Elin bir çekime kapılmışsa kurcalamadan alacaksın, vardır bir
bildirilen.
Gerçekten de koşulların
bir araya gelişi onu hoş bir eşlikçi yapıyor. Eski İstanbul, Boğaziçi,
birbirine dönüşen haz ve ıstırap ile bir aşk üçgeni. Normalde aman aman
çekmeyecekken hoşlanarak okuyorum. İfadenin zamanı geçkinliği (eski modalığı)
ustalığından bir şey götürmüyor.
Takvim Eylül’ü ile roman
Eylül gelip geçiciliği, uçuculuğu birbirleriyle iç içe anlatırken o da yaz
curcunası gibi olup bitecek bu mevsimi sindire sindire damağımda eritiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder