Kasım, aylardan hangisi olduğunu sonuna gelirken hatırladı, pastırma yazı sıcağını, güneşi, ışığı üzerinden sıyırıp attığı gibi soğuyup karardı. Sen bilirsin, dedim, burada kalıcı değilim zaten. Kuruçeşme ile Bebek arasıyla sınırladığım İstanbul uğrağını Emirgan’a doğru genişletip Sabancı Müzesindeki Hüseyin Çağlayan'ın Suflör sergisine uzandım. Yağmurlu bir ara gün; tenhaydı. Duvarlardaki az sayıda çalışmasına bakıp geniş ekranlı karanlık salona geçtim. Boş banklardan birine oturdum. Yerçekimi Yorgunluğu adlı koreografik eserin rastgele bir anından içine düştüm!
Beden-uzay-gerilim-birikim-çöküş
ve yeniden. On üç dansçı elastik, sekmeli, akışkan hareketlerle vurmalı,
elektronik ses efektleri, müzik parçaları ve onların kaydırılıp bozulmaları,
çakışımları eşliğinde dans ediyordu. Hüseyin Çağlayan’ın tasarımı giysi
parçaları (giysi yorumları?) yerçekimi
yorgunlarının bedenlerinde tutsaklığı, bala düşüp çıkamayan sinekliği, atılım
ve bir türlü özgürleşememeyi anlatırken
bedenin çevresiyle ilişkisine yeni bir gerilim katmanı ekliyordu.
Bütün bunları şimdi
yazarken söze döküyorum. Bir saat mi, daha mı uzun, büyülenmiş seyrederken içimden
ne düşünce geçti ne de laflar.
Hareket, sesler ve ışık
ile büründükleri kıyafet, bedenin yaşam (bir Budist buna Samsara diyebilirdi;
kırılamayan bir yaşam-ölüm döngüsü, mücadele) algısını dolaysız bir his olarak
kesintisiz iletiyor, ben de alıyordum.
8 Ocak’a kadar açık. Sizin
de ardına kadar açık olduğunuz bir vakit gidip bakın derim.
*
Müzenin bahçesinde olmak
başlı başına iyi geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder