Gündoğumu ve batımında karışık dondurma yalar gibi ışığı seyrediyorum.
Gökteki ışıkçının fırçası
çeşitli. Rüzgar varlığı ya da yokluğuyla resmi fırtınalı bir yağlıboya ile
dingin bir suluboya arasında gezdiriyor.
Bugün hava çok durgundu.
Deniz pürüzsüz bir ayna gibi belirdi -güneşin gözü kamaştıran top gibi vuruşu, çelik
mavisi yüzeyde arkalarında akkordan izler bırakan takalar- öylece de alacakaranlığa
karışıyor. Gök bulutsuz. Gün boyu sahne onundu. Ayrım gözetmeden aydınlatan
ışığıyla düş gücünü değil, gözü doyuruyordu.
Değişim akşamüzeri
geldiğinde ışıktan dondurmama yine uzandım. Deniz hâlâ göl gibi, bu kez farklı
titreyişlerin oluşturduğu yamalar, geçen tek tük teknenin izleri sarılı kızıllı
alacalı.
Güneş batıdaki tepelerin
ufkuna yaklaşır, değişim tatlandıkça tatlanıp hızlanırken ışıkla birlikte
renkleri gözlerim kadar kulaklarımla da yaladım. Esaslı bir diyalogdu çünkü.
Düet. Oyun denizden perde perde çekildi, ışık iki tepe arasındaki vadiye
düşerken bize bakan yamaçta puslu bir boz-kahverengi aydınlığa geriledi. Sözünü
bitirene kadar gözümü ayırmadım.
Sonra müthiş bir konserden
çıkar gibi kalkıp işime döndüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder