Gün esaslı bir poyrazla başladı. Sert, kuru, kavurucu. Öğleye doğru da birbiri ardına uçaklar, helikopterler geçmeye. Eyvah! demeye kalmadı, karşı tepenin başında koyu dumanlı bir bulut belirdi. Ateşi görünmeyen bir duman. Ama uçaklar o tarafa dönmek yerine yollarına devam ediyorlardı.
Birkaç saat içinde dumanlı
bulut çoğalarak yer değiştirdi. Sırtımızı verdiğimiz tepeleri kapladı.
Koyulaştıkça koyulaşmış, güneşi kıpkızıl, meşum bakışlı bir horoz gözüne
çevirmişlerdi. Toz halinde tek tük dökülen küller artık yağıyordu. Dağın
arkasından alevler fışkırdı fışkıracak.
Güvenliğe sordum. Akkuyu
yakınlarında başlamış, hızla yayılıyor, poyrazla bu tarafa geliyormuş.
Denize gidenler, dönenler
ilgilerini çoktan kaybetmiş, kızıl çipil güneş ile çevreleyen cehennem
bulutları yerine kendilerinin, birbirlerinin fotoğrafını çekmeye geri dönmüş.
O taraftan gelen bir
toptancıya sorduk. Tepelerin yandığını, yangının yamaca yönelip yolu geçecek
gibi görünmediğini söyledi. “Yerleşim de yok oralarda.”
O halde mesele de mi yok?
Bu sabah poyraz sürüyordu
ama gök açıktı. Ne kadar yeni olduğu anlaşılmayan bir internet haberinde
yetkilinin “Tahliyeleri yaptık, yangın kuzeydoğuya doğru ilerliyor, onun da
gereği yapılacak ancak çok şükür ki can ve mal kaybımız yok” beyanını okudum.
Her yerdeki külleri
süpürürken yetkilinin kendine güvenli, hoşnut sırıtışı gözümde canlandı.
Can’dan kasıt, üstünlük,
biriciklik vehmedilen insan. Kayda ancak geçim kaynağı ise geçebilen diğer mahluk
da onun malı.
Küller arasındaki kavruk
çam iğneleriyle önüme yuvarlanan yanık kuştüyü parçalarıysa bambaşka bir hikaye
anlatıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder