Pazarda peynirciye geldim. Önümde bir adam, bir de kadın vardı. Adam sessiz sedasız alacaklarını alırken kendisiyle zaten ilgilenilen kadın huysuzlanıverdi. “Nerde benim yumurtalarım?! Hani, hazırlamıyorsunuz! Başka kimse yok mu burada?!”
Mandıra ürünleriyle iki buzdolaplık
bir tezgahtı. Diğer müşteriye bakan, “Gördüğünüz gibi” kısmını barındıran düz,
yansız bir tonla “İki kişiyiz” dedi.
Çıkışı kendisine bile
sivri gelmiş gibi sustu kadın. Çok sürmedi, buyruklarını yağdırdı.
Köy peyniri de ver.
Ne o, keçi mi? Tattır
bakalım!
Orta yaşa gelmiş gelmemiş,
kilosuz, saçı sarı boyalı, seni beden dili ve sesiyle ittirip kaktırmaya hazır
bir şehir (çok muhtemel İstanbul) kadını. Nereye gitse, nereye kurulsa, neresi
bu, kimler nasıl yaşar bakmadan, evinin bir kez daha değiştirdiği salonu gibi
kendine uydurduğu, kendinin kıldığı, hırçın şehirli sınıfının yürek kaldıracak
kadar basmakalıp üyesi. Gücünü İstanbul’dan gelmekten, parası olmaktan (öyle
çok değil, orta sınıfın üstü yeter), sesini çoğaltan, ataklarını haklı, ana
sütü gibi helal kılan benzerlerinden alan, tek başına bakıldığında o saçlarını
geriye savurup göğsünü kabartarak “hıh!” deyişin ardında işgalci, hadsiz,
terbiyesiz bir kofluktan başka hiçbir şey bulmayacağın ama gittiği yere tonunu
dayatan bir tip.
Bir reflü dalgası gibi
yükselen tepkime baktım. Altında benim de hedef alındığım hissi olduğunu
seçtim. Kadının arkası dönüktü, görüş alanında bile değildim. Ama tavrı
doğrudan olmasa da yaşadığım yer dolayısıyla bana karşıydı.
Kıymeti kendinden menkul
bir hiyerarşinin varsayılan üst kesiminden gelip yeni bir yerde hayatla,
insanlarla yeni, farklı bir biçimde ilişkilenmek yerine benim köylüğüne
çekildiğim yere Nişantaşını, Etileri kondurma saldırganlığı.
*
Yılbaşında uzatılacak
sokağa çıkma yasağı nedeniyle olmalı, köy sokaklarında bir anda 34 plakalı
Audi, Mercedes, BMW vb. trafiği başladı. Yeniden park yeri aranır oldum.
Derken tatsız bir haber,
çatısı balkonum hizasında önümdeki evin satıldığını öğrendim. Bir çatışma tehdidi
altında olduğu gibi karın ve boyun kaslarımın kasıldığını hissettim.
Kuralın kural çiğnemek,
gözetilenin sadece insanın kendisi olduğu bir ülke ne zor, yorucu,
sertleştirici, tüketici. Ormanın yerini insanların aldığı bir cengel.
Böylece ilk refleksim,
girişilmesi kuvvetle muhtemel bir mücadele ile havamı, görüşümü, güneşimi
savunma fikrine karşı kanıma bol miktarda adrenalin pompalanması oldu.
Ama hayat bu, belli de
olmaz. Belki de alan, resmi veya yapısal bir yabancıdır?
Sınırlarla barışık biri?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder