Pazar. Güneşli bir kış günü sessiz sedasız. Hafta sonu kapanması virüsten korunmada bir işe yaramasa da derinleştirdiği sessizlikle başka türlü bir arınmaya hizmet ediyor.
*
Köyü seslerinden yaşıyor,
takip ediyorum. Şurada üç mandalina bahçesi, burada üç beş çayırlık arazide iki
inek, arada bir kim bilir nereden gelip nereye giderken rastladığım ufak koyun
sürüleri, çaçaronlukları sayılarını olmasa da mevcudiyetlerini çoğaltan kümes
hayvanlarının egzotik yamalar gibi durduğu bu yeri.
İnşaat ve virüsten kaçış mevsimi,
trafik arttı. Gelsin betoniyerler, gitsin moloz kamyonları, vidanjörler, kaya
kıranlar, kepçeler. Topografyayı oya kıra, dağıta, toprağı betonlayarak sustura
çalışmalarını seslerinden izliyorum. Bir uçta düzlenen tepelerden yükselen
uğultular, hemen arkamdaki kayaları parçalayan kırıcıların yaylım vuruşlarıyla
benekleniyor, derken çamın dallarında ani bir ötüşme, daracık sokağa koca göbeğini
sığdırmaya çalışan beton kamyonunun ileri geri manevralarına tatlı bir şaşırtma
veriyor (orada diş ipinin anca gireceği bir boşluğa ev konduruyorlar, o kadar
ufak ki resmi inşaat levhası bitişik evin duvar dibine sığışabilmiş).
Çatırtılar, patırtılar, çekilen, boşaltılan, sürüklenen malzeme sesleri,
darbeler. Bunlar koyun bir yanından diğerine yankılanırken, neredeyse yersiz
kaçacak kadar seyrek bir hatırlatıcı; inek böğürtüleri, koyun çanları,
horozlar.. köydü buralar diyorlar. Buralar köylükten çıkıp “oralarda da
olmadı” diyerek şehirlerden taşanlarca şehirleştirilmeye doğru kamyonlar
hızında ilerliyor.
Yapacak bir şey yok.
Şehirden taşanlardan biri de benim. Düzensiz, plansız, sağır, miyop, yığma bir
kültürün parçası.
*
Sesler arasında
yürüyordum, hızla yükselen, yanındaki arazinin de kayaların böğründen deşildiği
inşaatın önünde durdum, foto çektim.
“Bir dakika! Ne
çekiyorsunuz siz?!” diye bir bağırış ve iri yarı, kaba hatlı, kötü bakışlı bir
adam önümde belirdi.
“Değişimi belgeliyorum”
dedim sakin bir sesle.
Bu beklenmedik cevap
karşısında ağzına üç balonlu jiklet birden doldurulmuş gibi sustu. Ben yoluma
devam ederken arkamdan seslendi:
“Başkalarının inşaatını
çekmeye hakkınız yok!”
Neden ki? Askeri üs mü
yaptığınız, kimyasal silah fabrikası mı, yoksa sadece kim bilir kaç yerinden
yönetmelik mi deliyorsunuz? Hak mı? Kimin neredeki hakkı bu hak, hangi
koşullarda nasıl tanımlananı, eğilip büküleni?
“Siz kendi eviniz
yapılırken çektiniz mi?!”
Tınmaz bir tını vermeye
çalıştığım barışçı bir sesle “Tabii” dedim arkama bakmadan.
“Başkaları da çekti mi peki?!”
“Tabii.”
Hiç değilse son sözü
kimseye bırakmama gayretiyle,
“Tamam o zaman” dedi.
*
En yüksek perdeden öttüklerinde
bile kulak kesilirsen kuşlar ile çevreleri arasındaki etkileşimi duyarsın. Ötüşleri
dinlemeyi izler, dinlemeye döner.
İnsan ise dinlemeden
sesini yükseltiyor. Çevreyle etkileşim değil, sağı solu ite kaka kalçasına yer
açma, sonra da bunu türlü zorbalık, oldu bitti ile genişletme peşinde. Bizde
onun bu doğal arsızlığını gemleyecek bir toplu yaşama düzeni de olmayınca
kulaklarını tıkayarak bağıran, haykıran bir kalabalıktan ibaret kalmıyor muyuz?
*
Susup Pazar sessizliğine
dönüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder