Bulduğum yerlerde iki katlı, rehberli, in-bin seyir
otobüslerinden çok yararlanıyorum. Ne nereye ne kadar uzak, neler ilgimi
çekecek, kesintisiz bir turla aşağı yukarı belirginleştikten sonra
dilediklerimde inip istediğim kadar vakit geçiriyor, sonraki otobüsle devam
ediyorum.
İki günlük otobüs turumun ilk günü, sabahın ilk seferiyle
Golden Gate köprüsüne gittim. Başında indim. Geçişin paralı olmasını beklerken
bedava olduğunu görüp şaşırdım. Diğer uçtaki seyir noktasına kadar 2,7 millik
bir yürüyüşmüş. Şansıma rüzgarsız, yoksa bu yükseklikte o çılgın rüzgarda yürümeyi
hayal bile edemezdim. Ceketimi çıkarıp belime bağladım ve kaldırıma çıktım.
Sayısız görüntüsüyle tanıdık köprü olanca kızılıyla etrafımdaydı işte. Şehir ve
körfezdeki hareket hafif bir pus perdesi ardından mavimsi bir siluet halinde.
Deniz pırıl pırıl. Tek tük yelkenliler, kent ile köprü arasındaki kumsallar..
Dikkatimi adımlarıma verdim. Bastığım yer sapasağlamdı (köprünün ancak
ortalarında hafif bir sallantı hissediliyor). Araçların kımıldattığı tabakalar
da yok. 1937’de dünyanın en uzun köprüsü olarak açılmış. Adını altına hücum
döneminden alıyor. Rengi ise özellikle yazları, yılın birçok günü inen siste
görülebilmesi için kırmızı olarak seçilmiş. San Francisco küçük ölçeklerde
durmadan beşik gibi sallanması kadar sisiyle de ünlü. Öyle ki Avrupalı kaşifler
defalarca önünden geçtiği halde körfezin sis kaplı ağzı uzun bir zaman
gözlerinden saklı kalabilmiş, ancak 18. yy sonlarında tesadüf eseri
keşfedilmiş.
Kırmızı köprüye çok yakışıyor. Böyle upuzun bir köprüm
olsa bu renk olsun isterdim. Dura, baka, güneşte yana, suya tüküre, tadına
vararak karşıya geçtim. Sausalito’ya uğradıktan sonra şehre dönen üstü açık
otobüse bindim. Şimdi ters yanda, okyanusa doğru gidiyorduk ki o buz gibi
Pasifik rüzgarı otobüsün hızını da kendine katıp üstümüze patladı. Sırıttım,
“Geç kaldın!”
Cumartesi pazarına gitmeli mi? Enerjin tükenmeden geri
çekilip ikame etmeyi düşünsen iyi edeceğin yaştasın. Hostele dönüp biraz
uzandım.
Öğleden sonra Avery beni aldı, kentin güneyindeki Pasifica’ya gittik. Big Sur yolu
üzerinde. Günün birinde oraya da uzanmak üzere bu sefer vazgeçtiğim şeylerden
biriydi dünyanın en güzel kıyı güzergahlarından sayılan Big Sur.
Pasifica, orta hallilerin sahil ve arkalardaki yamaçlarda
oturduğu bir okyanus beldesi. Kumsalın arkasında basılmış topraktan bir set
yapmışlar, kumlara batıp çıkmadan rahat rahat yürünüyor. Hafta sonu olmasına
karşın kalabalık değildi.
Kum kokusu, okyanusun kendi gibi gür kokusu, dalgalar.
Tertemiz. Tek bir plastik torba yok. Hep de öyleymiş. Sol tarafımızda bir golf
kulübü vardı, çamları rüzgarlarla biçimlenmiş, yatık. Tepeye vurduk. Patika
işaretlenmiş, iki tarafında yeşertme, bitkilendirme çalışmaları sürüyor.
Parklaştırarak değil de biraz teşvikle doğanın yapacağı şekilde rengarenk, iç
içe, kızılı pembeye, eflatunu açık yeşile katarak. Rüzgara karşı olsa gerek
boylarını da bir karış tutup. Bağırtısız bir çaba.
Karşıda, altımızda denize dimdik inen yarlar, kayalıklar.
Big Sur’sa Big Sur, başını böylece gördüm sayılır.
Güzel, kenti dengeleyici bir yürüyüştü.
*
Hostelin bilgisayar odası (postana bakamıyorsun, sadece
bilgi almak için). Yemek salonu ve televizyonu, bilardo masası ile oturma
salonlarında kıyamet koparken burada bir başımayım. Gürültü rahatsız etmediği
gibi (odadan işitilmiyor) hoşuma bile gidiyor. Eğlensin çocuklar. Babil Kulesi
gibi bin bir dilde. Düzene de çabuk alıştım. Gelenin gidenin durmadan değiştiği
bir yerde kimse kimseye ilişmeden sürüyor hareket.
Haight-Ashbury
60’ların karşı kültür hareketinin odak noktası, kesişen
iki sokağın adıyla anılan Haight-Ashbury’ye zaman ayırmak istedim.
Yürüyüş turuna katıldım. Hâlâ hippi bir rehber umarken
karşımıza gencecik bir oğlan çocuğu-kız çıktı. Ama kısa sürede, konuya hakim
olmakla kalmadığını, eşcinselliği dolayısıyla o dönemin günümüze uzanan etkileriyle
hayatına dokunduğunu fark ettim. (Haight –Ashbury’nin ilk graffisini yapan da
büyükannesi imiş.)
Haight bol duvar resimli. Jimi Hendrix, Janis Joplin,
Grateful Dead, psikedelik sahneler. Kabusları, vizyonlarıyla uyuşturucu
kültüründe sahneye yasal bir ilaç olarak çıkan LSD çok önemli. Deneklere
veriliyor, etkileri bir iki saat bekleniyor, görülmeyince yoksul gönüllüler
paraları ellerine sayılıp sokağa salınıyormuş. Asidin “patlamasının” 8-12 saat
aldığı bilinmediğinden olan olmuş, “tadını alanlar” bu sırada yasaklanan
maddeyi yeraltına çekmiş, LSD de bütün bir hareketin, karşı kültürün
yakıtlarından, yoldaşlarından olmuş.
Uyuşturucu işin bir yanı. Paranın yerine paylaşımı koyan
örgütlü, sosyal bir yanı da var ve Haight-Ashbury, Digger’lar gibi gruplar,
bedava sağlık ocağı (uyuşturucu etkisi altında kaza, yaralanma eksik olmamış),
ücretsiz dağıtılan ikinci el eşya, giysi ve yiyecek ile bunun da merkezi olmuş.
Dispanser ile ikinci el giysi dükkanı hâlâ açık. Digger’ların felsefesi değişen
zaman ve zeminde varlığını dayanışma ruhu olarak sürdürmüş. Eşcinsel hareketin
görünürlük ve haklarında da bu dönemin büyük katkısı olmuş. 80’lerde üzerinden
AIDS silindiri geçmiş olsa da gökkuşağı bayrakları bugün Amerikan bayraklarının
yanında dalgalanıyor –Haziran sonunda gurur yürüyüşleri var.
Uyuşturucu, dayanışma, komünler. Sosyal, ekonomik,
cinsel, kalıpların zorbalıkla değil aşkla zorlanması, yaratıcılığın, başka’yı
tahayyülün kışkırtılması. Müzik. Hendrix, Joplin, Grateful Dead’in yaşadıkları,
müzik yaptıkları evlerin önünden geçtik (son ikisi bugün çok değerli Viktorya
yapıları). Her pencereden, köşeden başka (kimi listeleri altüst edecek kimi
klasiklere karışacak) seslerin yükseldiği o günlerden bugüne her türlü eski
kayıt satılan dükkanlarla sessizlik kalmış. Ve edebiyat. Ferlinghetti’den Gary
Snyder’a, Allen Ginsberg, William S. Burroughs, Jack Kerouac’a, delifişekliğini
şehirde estirerek 60’lara el vermiş bütün bir beat
kuşağı. Kendilerini ortaya koymuş, sizin oyununuzu oynamıyoruz demiş,
renklerini açtırmışlar. Zaman içinde düdüğünü geri alan kurulu düzen olmuş.
Öyle ya da böyle, devrim diye bir şey yok, patlamalar var yalnız, şaşırtan,
irkilten, umut veren patlamalar. Uzun vadede ipler konsantre gücü elde
tutanlarda. Yine de patlamalar orada burada işlemeye devam eden değişimleri
tutuşturuyor.
Haight-Ashbury o dönemin, iple
boyadıkları gömleklerin güneşte solması gibi solan renklerini yaşatıyor görünen
turistik bir yer bugün.
Hindistan’dan 3 kuruş 5 paraya toplanmış
kıyafetler, süs eşyası, ıvır zıvırı bire bin katıp satan dükkanların, kafelerin
olmadığı Ashbury, Viktorya tarzı iki üç katlı ahşap evleriyle bugün pek sakin
bir konut bölgesi. Bu evlerin en az üç renkli olanlarına Painted Lady (boyalı
hanım) deniyor. San Francisco simgeleri arasında sık görülenler Alamo
meydanındakiler ama meğer Ashbury de onlardan yana pek zenginmiş. Büyük deprem
ve onu izleyerek şehre (özellikle de doldurma yoluyla kazanılan kıyı şeridine)
daha da büyük zararı veren yangında derslerini almışlar. Gereken değişiklikler
yapılmış, önlemler alınmış. (Bunlardan biri, avaz avaz dolaşan itfaiye
araçları. 1906 yangınında park yerlerinde mahsur kalmalarının ardından
araçların önemli bir kısmının şehirde sürekli hareket halinde olmasına karar
verilmiş.)
Mirasçı kardeşler arasındaki anlaşmazlık
yüzünden metruk halde kalmış biri dışında pırıl pırıl ve fahiş emlak
fiyatlarıyla kim bilir kaçar milyon dolar? Yer kısıtlı (askeri tesisler ve
küçük bir anıtsal askeri mezarlık dışında mezarlıklar şehir dışına taşınmış.
Yakınlardaki Colma kasabası sakinlerinin yüzde yetmişinin toprağın iki metre
altında olduğunu anlatıyordu bir rehber gülerek) ve bu kadar revaçta olunca iki
odalı apartman dairelerinin kiraları bile birkaç bin dolardan başlıyormuş. Orta
altı kesime ev ortaklığı ve banliyöler kalıyor.
*
San Francisco gençlik imgelemimde yer
tutmuş bir şehir. Düş kırıklığına uğrar mıyım diyordum. Hiç öyle olmadı.
Renkleri, iklimi, coğrafyası, bitki örtüsüyle, geçtiği söylenen hızlı değişimin
ötesinden tadını aldım. Aldığım tadı da sevdim.
San Francisco album:
https://photos.app.goo.gl/VsCQxGuAQvaNw2aKA
San Francisco album:
https://photos.app.goo.gl/VsCQxGuAQvaNw2aKA
(Arkası yarın)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder