18 Haziran 2018 Pazartesi

AKI KARASI


Yağmurlu bir gün yapılacak iyi bir şey müzeye (Portland Sanat Müzesi) gitmek. Ai Wei Wei ile burada tanışmıştım. Bakalım bu sefer neler var dedim. Üç yeni sergi, her biri kendi yolundan aynı noktaya çıkan vurgulu bir cevap oldu: Tutku.

İlk sergi, Laika Sanat Bilim ve Harikası başlığıyla Portlandlı animasyon stüdyosu Laika üzerineydi. Animasyona çok ayrıntılı bir ifade gücü kattıkları kuklaları eklemişler. Sonuç, kahramanlarıyla bağ kurulabilen sıcak, yakın bir anlatım olmuş. Kuklalarla böyle bir çalışma uzun, zahmetli bir süreç. Sergide bu süreç ve ürünleri izlenebiliyor. Tek bir sekans için aynı kuklanın onlarca yüz kalıbı çıkarılmış, değişip duran kıyafetler, aksesuarlar cabası. Nesneler kadar Laika sanatçıları, zanaatkarlarıyla yapılan söyleşilerin belgeseli de ilginçti. Kukla atölyesinin başı okulda hayalperestin teki bilinir, bir baltaya sap olacağına ihtimal verilmezmiş. “Derken defter kenarlarına karaladıklarımın anlam ifade ettiği bir eleman aranıyor ilanı gördüm: Laika’ydı. İşte buradayım.”

Ateş çırasını arıyor. Buldu mu önüne geçecek hiçbir şey yok.


İkincisi, Amerikalı fotografçı Fazal Sheikh’in Common Ground (ortak zemin) adlı sergisi. Göçmenlere, yerinden edilenlere, aile ya da ülke içi şiddete maruz kalanlara odaklanmış. Konularıyla birkaç gün geçirip alacağını aldıktan sonra arkalarını dönen fotografçılar gibi değil. Barınaklarda, kamplarda aylar, bazen yıllar geçirerek hayatlar, hikayeleriyle derinlemesine ilişki kurmuş. Fotograflarındakilerin birer ismi, öyküsü var. İlişkiyi can evinden kuran fotografçının aradan çekilmesiyle onlarla sen böyle ta dipten göz göze kalıyorsun. Tutku.




Sonuncusu da bir fotograf sergisiydi. Hollanda asıllı Amerikalı fotografçı Robbert Flick’in Arena adlı serisi. 68’de Los Angeles’a taşındığında geniş bir alana yayılan kentte otomobilin kazandığı önemden etkilenmiş. Sonraki iki yıl boyunca da stüdyosunun hemen arkasındaki çok katlı otoparktan başka şey çekmemiş. Boş olarak görüntülediği otopark ile, ilgisiz bir bakışa sunacağı hiçbir şey olmayan beton yapıların güçlü California güneşinin sızdığı aralıklardan giren ışıkla canlanışına, gölge oyunlarına, geometrik tekrarlara, görsel kafiye ve ritme; neye vurulduğunu ustalıkla gösterebilmiş.

Yağmurlu müze gününün hissesi: Dikkatini adadığın ister baştan saygıya, takdire değer olsun ister fasarya bilinsin, tutkunun keskisiyle bunu işleyebilir, damıtır, saflaştırır, tutuşturur ve ortaya çok güçlü, ateşini ileten şeyler koyabilirsin.

*
Aşinalıkla birlikte eleştirel bir göz geliyor. Kentin güneybatı ucuna gittiğim bir sefer buraya dikilmiş bloklarla irkildim. Sık, soluksuz, düş gücünden yoksun, yüksek. O kadar uzağa gitmeye gerek yoktu aslında. Portland’ın gözbebeği, sanayi artıklarıyla bugüne dek dinamik bir bütünlük yaratmış Pearl bölgesinde ırmak kenarında yükselmesine izin verilen binalar, daha sonra San Francisco’da göreceklerim ve kendi ülkemde maruz bırakıldıklarımızla aynı cinsten: Kör, künt bir hırs. Şehirleşme dediğimiz şey bu ve etraflı bir bakış arasındaki itiş kakışın ürünü. Kazanan pek çok yerde ilki görünüyor. Dilek, değişimin buraya yerleşeli geçen dört yılda bile bariz olduğunu söylüyor. Yapılar, arkalarındaki teknolojinin gelişimiyle mantarlardan hızlı bitiyor.

Hırs, batı kıyısı tarihinin hamuruna karışmış, yayılmanın havucu ve kamçısı olmuş.

(Portland kesitleri:


Bir sabah, kentin yeraltı geçmişinde bir yolculuk turuna katıldım. Altına hücum diğer yerlerde olduğu gibi yoksulu, umutsuzu, maceraperesti, gözü dönmüşü kendine çekmiş. Güçlünün, tilkinin hayatta kaldığı buram buram eril ortamda (elli kişiye bir hayat kadını düşmekteymiş. Barlarda gösteri yaptıklarında kadınlarla müşteriler arasına tel bir örgü çekilirmiş. Portland’ın hâlâ kişi başına en fazla striptiz kulübü olan şehirlerden olduğu söyleniyor) ayak oyunları, suçun her türü alıp yürümüş. Şehir efsaneleri, aslından büyük gölgeler gibi bunlar üzerinde yükselmiş. San Francisco’da da duyacağım Şanghay tünelleri bunlardan. Hikayeye göre gücü kuvveti yerinde erkekler içki ve afyonun da yardımıyla aracılar tarafından bu geçitlere açılan tuzak kapaklardan kaçırılıp kaptanlara tayfa olarak satılırmış. Gerçekteyse şehir merkezini ırmağa bağlayan, birçok yapının bodrumuyla bağlantılı bu tüneller, gemilerle gelen malın naklinde kullanılmış. İçki Yasağıyla birlikte alkol ve kumar yerin biraz daha altlarına itilirken rüşvet, yolsuzluk ayyuka çıkmış.

Bugün yüzünün karasını evsizlerin gün ışığına tuttuğu, geri kalanının, kentin refah da tabii ama daha önce sanki esenlik peşindeki aydınlık tarafını oluşturduğu Portland’ın, geçmişte kapılarını açıktan açığa (anayasasıyla) beyaz ve kendi dininden olmayana kapadığı bir dönem de var.

Biz tarafımızın ilkinden yana olduğuna, diğeriyle hiçbir ilgimiz olamayacağına kendimizi inandırmak için elimizden geleni ardımıza bırakmaya duralım, ak ile kara, bunları bir çırpıda ayırdığımız, aralarına uçurum açtığımız yargılarımızdan farklı olarak et ile tırnak gibi, iç içe gelişip evriliyor.


(Arkası yarın)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder