Willamette nehrine boşuna tükürmemişim Portland, işte
yeniden buradayım. Üstelik daha dün ayrılmışım gibi. Üç yıl önce az
arşınlamamış, tepe bayır, sokak kıyı az dolanmamıştım. Portland rahat olduğum
bir yer. Kurşuni göğünün altında kuduran yeşiliyle ciğer dolusu bir hava
değişimi.
Pazar sabahı. Bugün nöbetçi olan Dilek’le Canby'ye geldim. Kapalı kliniğin boş bekleme salonunda oturmuş yazıyorum. Koridorlar, sebil,
tuvaletler, rahat koltuklar, lekesiz sessizlik. Arkadaşım hastane bölümünde
dünyanın hayhuyuna dün gece katılan dört yeni doğanla uğraşırken buradaki
insansızlığın hepsi benim.
Portland içe çekilmeyi kolaylaştıran bir yer. İçe
kapanmayı değil, çekilmeyi. Ne olacaksan onu olmanı.
*
Şehrin içi sonu gelmez katarların uzunlukta onlara denk
tren düdükleri, yollar, köprüler dolusu trafik ve ses yansıtıcı ırmak ile
kesintisiz ve epey uğultulu. Hissi ise, tuhaf, sessizliğinki. Koşuşturmanın,
akıntıya kapılmanın değil, kendi temponda yaşamanın mubah sayılmasından olsa
gerek. Güzelleştirilerek kente özgün bir cazibe katmasına çalışılan eski sanayi
(şimdiki gözde artistik yerleşim) bölgesinde de benzeri bir çelişki duyuyorum.
Eski sanayi yapılarına karışan yüksek binaların tuz biber ektiği görüntü
kargaşası, oturduğu bütünlükte yorucu gelmiyor, renk olarak algılanıyor. Çeşni.
Kafanı biraz sağa ya da sola çevirdiğinde doğaya döneceğini (dönecek doğa
bırakıldığını) biliyorsun.
Hadi bakalım Portland. Kazanına kah çorba, tatlı, çay
kaşığı kah kepçe daldırayım bir yol.
(Arkası yarın)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder