14 Haziran 2018 Perşembe

CHIHULY'NİN CAMLARI, GEHRY'NİN HEYKEL-BİNASI






Seattle’a giriş etkileyici. Yol, uzun eğriler boyunca şaklatılan bir kamçı gibi inişlenip yokuşlanırken göz, ufka yayılmış Cascade dağlarına uzanıyor. Yeşil, o dipsiz yeşil dört bir yandan şehre akıyor. Yüksek yapıların, bahçeli evlerin arasına dalıyor. Bulduğu her aralıktan fışkırıp yükseliyor.


Şehir merkezi nispeten ufak bir alanda yoğunlaşırken yerleşim tepelere, irili ufaklı koylara yayılmış. Silo, fabrika gibi göz yorucu bir karmaşa oluşturan yapılar ile liman kıyısı şimdi esaslı bir dönüşüm halinde. Altı evsizlerin barınağı olan köprüden geçen yolun yeraltına alınmasını da içeren dev bir şantiye. Şehirleri elden gidiyor diye eskilerden buna karşı çıkan çokmuş. Yabani faydacılığın bu karanlık, kirli yüzünün bir kentin ruhuna hoyrat bir kuvvet katmasını pek de anlamıyor değilim. Sınırlı kaldığında ezici bir çirkinliğin de kendine özgü bir cazibesi var. Seattle bu yönden de İstanbul’a benziyor. Konumu, doğası tümden çirkinleştirilmesini (bizim üstesinden başarıyla geldiğimiz) bir zorluk haline getiriyor.

Hasılı liman ve şimdiki hali, kadı kızında olmaya da bırakılabilecek bir kusur. Hatta işte bir açıdan cazibe.

Limana bakan eski bir yapıdaki Pike Place Market, sabit bir meyve-sebze, balık, baharat, çaput, ıvır zıvır pazarı. Koku, renk, çeşit cümbüşü. Oradan geçip şehir merkezine çıktık. Sokak aralarından görünen deniz ve karşı kıyılar ile yeniden bir İstanbul havası.


Kentin simgelerinden Space Needle (uzay iğnesi) seyir kulesine yürüdük. Altındaki Chihuly cam müzesine girdik. Salondan salona bir cam virtüözünün fantastik dünyası. Sualtı ve bitkiler alemi ateş ile nefes marifetiyle düş gücündeki ifadesini bulmuş. Müthiş bir iç içelik ile biçimden biçime, renkten renge, bağlamdan bağlama sokulmuş, tavandan sarkan, yerden yükselen cam. İçinin camla birlikte eriyip renklendiğini hissediyorsun. Kahkahalar attığını, ağzının açık kaldığını. Orada kıvrılıp burada bükülen, dal gibi uzayıp kaseleşerek hacimlenen camın peşinden düşsel bir sahneden diğerine dolaştık.

Dale Chihuly’nin eserlerinin en kapsamlı koleksiyonu imiş bu müze. Çocuksu bir mutlulukla çıktık.

https://photos.app.goo.gl/Ab5TCrz0jtw9mB743

Biraz ileride Frank Gehry tasarımı olan popüler kültür müzesi var. Girmedik. Bizi ilgilendiren yapının kendisi oldu. Uzaktan karaya çalan koyu bakır rengi görünen metal plakalardan kurulmuş, eriyik kübist dense yeri bir yapı. Metal yüzey yaklaştıkça alacalanıyor, rengini veriyor. Her anının ifadesi farklı olan bir heykel-bina. İçinden geçen trende olmayı hayal ettik. Algısına bir de böyle gelecek değişimi.




(Arkası yarın)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder