Seattle’a giriş etkileyici. Yol, uzun eğriler boyunca şaklatılan bir kamçı gibi inişlenip yokuşlanırken göz, ufka yayılmış Cascade dağlarına uzanıyor. Yeşil, o dipsiz yeşil dört bir yandan şehre akıyor. Yüksek yapıların, bahçeli evlerin arasına dalıyor. Bulduğu her aralıktan fışkırıp yükseliyor.
Şehir merkezi nispeten ufak bir alanda yoğunlaşırken
yerleşim tepelere, irili ufaklı koylara yayılmış. Silo, fabrika gibi göz yorucu
bir karmaşa oluşturan yapılar ile liman kıyısı şimdi esaslı bir dönüşüm
halinde. Altı evsizlerin barınağı olan köprüden geçen yolun yeraltına
alınmasını da içeren dev bir şantiye. Şehirleri elden gidiyor diye eskilerden
buna karşı çıkan çokmuş. Yabani faydacılığın bu karanlık, kirli yüzünün bir
kentin ruhuna hoyrat bir kuvvet katmasını pek de anlamıyor değilim. Sınırlı
kaldığında ezici bir çirkinliğin de kendine özgü bir cazibesi var. Seattle bu
yönden de İstanbul’a benziyor. Konumu, doğası tümden çirkinleştirilmesini
(bizim üstesinden başarıyla geldiğimiz) bir zorluk haline getiriyor.
Hasılı liman ve şimdiki hali, kadı kızında olmaya da
bırakılabilecek bir kusur. Hatta işte bir açıdan cazibe.
Limana bakan eski bir yapıdaki Pike Place Market, sabit
bir meyve-sebze, balık, baharat, çaput, ıvır zıvır pazarı. Koku, renk, çeşit
cümbüşü. Oradan geçip şehir merkezine çıktık. Sokak aralarından görünen deniz
ve karşı kıyılar ile yeniden bir İstanbul havası.
Kentin simgelerinden Space Needle (uzay iğnesi) seyir
kulesine yürüdük. Altındaki Chihuly cam müzesine girdik. Salondan salona bir
cam virtüözünün fantastik dünyası. Sualtı ve bitkiler alemi ateş ile nefes
marifetiyle düş gücündeki ifadesini bulmuş. Müthiş bir iç içelik ile biçimden
biçime, renkten renge, bağlamdan bağlama sokulmuş, tavandan sarkan, yerden
yükselen cam. İçinin camla birlikte eriyip renklendiğini hissediyorsun. Kahkahalar
attığını, ağzının açık kaldığını. Orada kıvrılıp burada bükülen, dal gibi uzayıp
kaseleşerek hacimlenen camın peşinden düşsel bir sahneden diğerine dolaştık.
Dale Chihuly’nin eserlerinin en kapsamlı koleksiyonu imiş
bu müze. Çocuksu bir mutlulukla çıktık.
https://photos.app.goo.gl/Ab5TCrz0jtw9mB743
https://photos.app.goo.gl/Ab5TCrz0jtw9mB743
Biraz ileride Frank Gehry tasarımı olan popüler kültür müzesi
var. Girmedik. Bizi ilgilendiren yapının kendisi oldu. Uzaktan karaya çalan koyu
bakır rengi görünen metal plakalardan kurulmuş, eriyik kübist dense yeri bir yapı.
Metal yüzey yaklaştıkça alacalanıyor, rengini veriyor. Her anının ifadesi farklı
olan bir heykel-bina. İçinden geçen trende olmayı hayal ettik. Algısına bir de böyle
gelecek değişimi.
(Arkası yarın)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder