15 Haziran 2018 Cuma

BİNME BOEİNG DEĞİLSE


Dünyanın en büyük fabrikasını kardeşim için gezmek istedim: Boeing. Tur bilgi ve koşulları mühendislik keskinliğinde belirtilmiş. Cep telefonu, kamera, kayıt aleti yok. Özel eşyalar şifreli dolaplarda bırakılıyor. Tur sonunda ziyaretçi salonu ve Boeing’in bir pistini kiraladığı havaalanına bakan terasta fotograf çekimine izin var.


Çoğu Uzakdoğulu elli kişilik bir gruptuk, kısa bir tanıtım filminin ardından otobüse bindirilip bir iki kilometre ötedeki montaj fabrikasına götürüldük. Yeraltındaki, ucu görünmeyen bir mile yakın uzunluktaki beton geçide indik. Sağlı sollu uzayıp giden borular, vanalar ile birlikte etkileyici bir büyüklük. Tüm grubu alan bir asansörle fabrikanın uzun kenarını dolanan seyir terasına çıktık. Dört beş kat altımızda çeşitli seviyelerdeki platformlarda uğultusu zaman zaman sivrilerek yükselen sakin çalışmalar sürüyordu. Şurada kanat gövdeye takılıyor, beride kilometrelerce uzunlukta kablolar yerleştiriliyor, ötede robot kollar gövdeyi perçinliyor..

Pervane kanatları modern sanat eseri gibi


Boeing ile daha önce dolaştığım Chihuly müzesi arasında beklenmedik bir süreklilik hissettim. İkisi de gerçekleştirme iradesini beraberinde getirmiş tutkulu bir hayalin ürünü. Birinin nesnesi sualtı ve bitkiler, diğerinin uçmak. Sanatçının cam eserleri ve işe kumaş kaplı ahşap kanatlı uçak tasarımıyla başlayan gazete dağıtıcısı Will Boeing’in bugünkü halini gezdiğim fabrikası, hedeflerine ulaşan akıl almaz bir karmaşıklık, düzen, akış ve bunlarla gelen güzellik sergiliyor.

Tavandaki raylar üzerinde hareket eden dev vinçler (sarı) bir tarayıcı kafası gibi ağır ağır üzerimizden geçiyor, yanıp sönen ışıklar (sarı, yeşil, kırmızı) aralıksız çalışmaya eşlik ediyor, renkler, fabrika bölümleri ve uçak parçalarının biçimleriyle bunca farklı hacmin oluşturduğu görsel devinim, fiziksel devinime katılarak ağzı açık seyrettiğim bir seyre dönüşüyordu. Burası insanın objelere oranla tek tük göründüğü bir nesneler ve süreçler sahnesi.

Dışarı çıkıp otobüsle diğer bir bölüme, 777 ve 787 Dreamliner serilerinin son hallerine getirildiği hangara götürüldük. 350’şer yolcu kapasiteli üç uçak, buradan boya atölyesine çekilecek en öndekinin arkasında sıralanmıştı. Muazzam büyüklükler.

Boyası da tamamlananların test uçuşuna çıktığı havaalanından geçerek bir buçuk saatin ardından başlangıç noktasına döndük. Rehber bizi Boeing sloganıyla uğurladı: “If it’s not Boeing I’m not going.”



Ziyaretçi salonunda sivil havacılık, saldırı sanayi (şunun adını doğru dürüst koyalım) ve uzay uçuşlarında etkin olup ağırlığını koyan şirketin maket ve interaktif bölümlerle kısa ve öz reklamı yapılıyor. Fotograf çekmek serbest, çeşitli fonlarda çektirip Facebook’ta paylaşıverme olanağı da var. Hediyelik eşya dükkanındaki irili ufaklı nesne, Boeing’in popülerliğine kendi yolundan su taşırken dev kuruluşa aşinalık sağlıyor.


Halkla ilişkiler, Boeing’in aydınlığı (taşıma, ulaşım) ve karanlığıyla (öldürme) hizmet ettiklerini, uyandırdığı hayranlığın kılıfına sokarak (bizim karayı aka katıveren torba yasalar misali) duyusal / duygusal bir kabul getiriyor.

*
Çıkışta Bahar’la Whidbey adasına bakan (ve Seattle doğumlu Starbucks olmayan!) bir kahvede soluklandık, sonra Washington gölü kıyısındaki Kirkland’a gittik. Parkı, su kenarındaki –çoğu bahçe duvarsız- evleriyle zevkli bir yürüyüş sunuyor. Evlerin hoşu da var, moderni, eski tarzı, gösterişi abartmışı da. Zevkli bulup bulmamak bakan göze kalmış. Ama toplamlarda hakim olan çirkinlik değil (en azından Amerika’nın bulunduğum beyaz yüzünde). Güzel buralarda arada kalmıyor, araya kaynamıyor. Doğaya söyleyecek çok söz bırakmanın da etkisi olduğunu düşündüm. Bir tutam yeşil bin kusur örtmekle kalmıyor, hakim duygunun –etrafına sağır, kör azgın bir çirkinlik, aldırışsızlık olmadıkça- kuşatıcı bir uyum olduğu ortamı da yaratıyor.

(Arkası yarın)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder