Dünyanın en büyük fabrikasını kardeşim için gezmek
istedim: Boeing. Tur bilgi ve koşulları mühendislik keskinliğinde belirtilmiş.
Cep telefonu, kamera, kayıt aleti yok. Özel eşyalar şifreli dolaplarda bırakılıyor.
Tur sonunda ziyaretçi salonu ve Boeing’in bir pistini kiraladığı havaalanına
bakan terasta fotograf çekimine izin var.
Çoğu Uzakdoğulu elli kişilik bir gruptuk, kısa bir
tanıtım filminin ardından otobüse bindirilip bir iki kilometre ötedeki montaj
fabrikasına götürüldük. Yeraltındaki, ucu görünmeyen bir mile yakın uzunluktaki
beton geçide indik. Sağlı sollu uzayıp giden borular, vanalar ile birlikte
etkileyici bir büyüklük. Tüm grubu alan bir asansörle fabrikanın uzun kenarını dolanan
seyir terasına çıktık. Dört beş kat altımızda çeşitli seviyelerdeki
platformlarda uğultusu zaman zaman sivrilerek yükselen sakin çalışmalar
sürüyordu. Şurada kanat gövdeye takılıyor, beride kilometrelerce uzunlukta
kablolar yerleştiriliyor, ötede robot kollar gövdeyi perçinliyor..
Pervane kanatları modern sanat eseri gibi
Boeing ile daha önce dolaştığım Chihuly müzesi arasında
beklenmedik bir süreklilik hissettim. İkisi de gerçekleştirme iradesini
beraberinde getirmiş tutkulu bir hayalin ürünü. Birinin nesnesi sualtı ve
bitkiler, diğerinin uçmak. Sanatçının cam eserleri ve işe kumaş kaplı ahşap
kanatlı uçak tasarımıyla başlayan gazete dağıtıcısı Will Boeing’in bugünkü
halini gezdiğim fabrikası, hedeflerine ulaşan akıl almaz bir karmaşıklık,
düzen, akış ve bunlarla gelen güzellik sergiliyor.
Tavandaki raylar üzerinde hareket eden dev vinçler (sarı)
bir tarayıcı kafası gibi ağır ağır üzerimizden geçiyor, yanıp sönen ışıklar (sarı,
yeşil, kırmızı) aralıksız çalışmaya eşlik ediyor, renkler, fabrika
bölümleri ve uçak parçalarının biçimleriyle bunca farklı hacmin oluşturduğu
görsel devinim, fiziksel devinime katılarak ağzı açık seyrettiğim bir seyre
dönüşüyordu. Burası insanın objelere oranla tek tük göründüğü bir nesneler ve
süreçler sahnesi.
Dışarı çıkıp otobüsle diğer bir bölüme, 777 ve 787
Dreamliner serilerinin son hallerine getirildiği hangara götürüldük. 350’şer
yolcu kapasiteli üç uçak, buradan boya atölyesine çekilecek en öndekinin
arkasında sıralanmıştı. Muazzam büyüklükler.
Boyası da tamamlananların test uçuşuna çıktığı
havaalanından geçerek bir buçuk saatin ardından başlangıç noktasına döndük.
Rehber bizi Boeing sloganıyla uğurladı: “If it’s not Boeing I’m not going.”
Ziyaretçi salonunda sivil havacılık, saldırı sanayi
(şunun adını doğru dürüst koyalım) ve uzay uçuşlarında etkin olup ağırlığını
koyan şirketin maket ve interaktif bölümlerle kısa ve öz reklamı yapılıyor.
Fotograf çekmek serbest, çeşitli fonlarda çektirip Facebook’ta paylaşıverme
olanağı da var. Hediyelik eşya dükkanındaki irili ufaklı nesne, Boeing’in
popülerliğine kendi yolundan su taşırken dev kuruluşa aşinalık sağlıyor.
Halkla ilişkiler, Boeing’in aydınlığı (taşıma, ulaşım) ve
karanlığıyla (öldürme) hizmet ettiklerini, uyandırdığı hayranlığın kılıfına
sokarak (bizim karayı aka katıveren torba yasalar misali) duyusal / duygusal
bir kabul getiriyor.
*
Çıkışta Bahar’la Whidbey adasına bakan (ve Seattle
doğumlu Starbucks olmayan!) bir kahvede soluklandık, sonra Washington gölü kıyısındaki
Kirkland’a gittik. Parkı, su kenarındaki –çoğu bahçe duvarsız- evleriyle zevkli
bir yürüyüş sunuyor. Evlerin hoşu da var, moderni, eski tarzı, gösterişi
abartmışı da. Zevkli bulup bulmamak bakan göze kalmış. Ama toplamlarda hakim
olan çirkinlik değil (en azından Amerika’nın bulunduğum beyaz yüzünde). Güzel
buralarda arada kalmıyor, araya kaynamıyor. Doğaya söyleyecek çok söz
bırakmanın da etkisi olduğunu düşündüm. Bir tutam yeşil bin kusur örtmekle
kalmıyor, hakim duygunun –etrafına sağır, kör azgın bir çirkinlik,
aldırışsızlık olmadıkça- kuşatıcı bir uyum olduğu ortamı da yaratıyor.
(Arkası yarın)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder