Yedi küsur saatlik, neredeyse kesintisiz bir uykunun
ardından sahile baygın vurmuş kazazede gibi uyandım. Yorgun ve ağır.
Meditasyon sapı samandan ayırdı. Sakinleşen zihnim
duruldu. Beni pençesine alan izlenimden kenara sıyrıldım. Yansız bir alandan
dönüp ona geri baktım.
Şen, karanlık, saydam.. ruh hallerine izlenimler
diyorum. Hayatın anına göre şu veya bu kalitede yüzeylere (ruhsal kıvamlara)
düşen izlenimleri olarak görüyorum onları.
Düşünceler ve duygular gibi izlenimler de felç ya da
allak bullak edici bir şiddete varabiliyor.
Işığım, gücüm, iradem kesiliyor. Kaygı, panik ve dipsiz
bir izolasyon ortalığı kasıp kavuruyor.
Nedenleri hiç önemsiz –daha doğrusu kopan kıyametle
gülünç derecede orantısız. Bir seferinde (olgunun farkına yeni yeni varıyordum)
cücelerin ha dedin mi kopacak iplerle kıskıvrak ettiği Gulliver imgesi zihnimde
belirmişti.
Neyle tetiklendiklerini araştırmak başka açılardan ilginç
olabilir ama işleyişle –hele içindeyken!- baş etmenin en son yolu entelektüel
bir çaba. Akılla kavramaya bakmak yaşarken kargaşayla arama güvenli bir mesafe
getirmiyor. Tersine. O haldeyken dili bambaşka hayvani bir varlık dümende.
Bedeni rahatlatmaya çalışmak iyi. Yüzme, yürüyüş, nefes.
Oyalanma, dikkati başka yöne çevirme, uyuşturucu kaçışlar,
lodosta geri tepen lağım kokusuna oda spreyi sıkmak kadar etkili sadece. (Ya
evet, bir de yükselen bu lağım kokusundan duyduğun hayret ve mahcubiyet var.)
Bulanık, balgam yeşili veya çamur renkli dalga
gümbürtüyle üzerinde patlar, ardından ayağını yerden kestiği gibi seni ucuz bir
makine halısı misali dürüp atarken yapabileceğin en iyi şey bunun da geçeceğini
kendine hatırlatmak.
Dün kahveden yükselen bir şarkının şaşırtıcı sözündeki
gibi:
“Aldığın bir nefes bile içinde kalmıyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder