Kedi, ısrarla memesine yapışıp dürtükleyen yavrusunu bir
kere daha itti, bu sefer hemen ardından ben
seni yine de seviyorum dercesine yalamadı ama. Sıcaktan bezmiş, kalkıp su
kabına gitti, içip az öteye serildi, yavru da peşinden memesine davrandı. Ana
onu daha da sertçe itip birden doğruldu, yola doğru dikkat kesildi, burnu hızla
çalışıyordu, fırlayıp gitti. Çok geçmedi, diğer yavrunun cansız bedeniyle
geldi, verandanın kenarına çıkarıp hummalı bir çabayla orasını burasını
çekiştirmeye, yalamaya, etrafında dört dönmeye başladı. Diğer kardeş ona
katıldı. Yavru yeni ölmüştü, yumuşaktı daha ama gözlerinden (lacivert başlayıp
yekpare maviye, ardından alacalı elâya dönmüş, dünyaya hep sanki bir kuşku ve güvensizlikle
bakan o ufacık gözlerden) feri ve rengi çekilmiş, neredeyse pişmiş bir balığınki
gibi aklaşmış, ağzından kan sızıyordu.
Aşağı indiğinde babama gösterdim, yaraya bakıp tipik,
dedi, boğulmuş.
Başka bir hummalı faaliyet de bununla başladı.
Halledilecek bir işin görüş alanına girdiği her seferindeki gibi zembereğinden
boşanan babamın peşinden bahçenin güneş alnındaki köşesine seğirttim. Burası
olsun mu, dedi taflanın dibini gösterip. Daha yeni silinmiş, çıplak gövdesi ter
içindeydi. Çok güneş, gölgeye gidelim dedim. Alet? Eve dönüp bir mala kaptı.
Pek olacak şey görünmüyor ama.. Malayı zorla elinden alıp sert, kuru, taşlı
kızıl toprağa giriştim. Yerin imkansızlığını babamın bile görmesiyle eski bahçe
musluğunun dibinde karar kıldık. Burası hiç değilse nemli, yumuşaktı. Malayı
elimden çekip kan ter içinde gıdım gıdım kazmaya devam etti. İşe
kilitlenmiş, daha da duymaz, dinlemez, anlamaz olmuştu. Kedi için kazmaya
çalıştığımız mezara ondan önce yuvarlanıvermesinden korktum.
Kararlı, otoriter bir sesle dur diye haykırdım, gidip
kazma kürek getireceğim. Sitenin yangın duvarından kızıl saplı upuzun bir
kürekle keser alıp döndüm. Babam beni iterek bunlara davrandı. Sonunda iletişimden
tamamen yoksun, gayet uyumsuz bir dansla toprakta sığ bir oyuk açtık. Kedilerin
yaygı olarak kullandığı örtüyü istedi, kefen niyetine küçük ölüye sardı.
Üzerine biraz toprak. Keserle küreği geri götürüp döndüğümde pabuçlarıyla
birlikte ıslatıp çamur ettiği toprağı, bir işi daha bir an evvel halledip geride
bırakma ihtirasıyla çiğnemekteydi. Sırılsıklamdı, perişan bir hali vardı ama
iliklerinden de derinlere işlemiş, eldeki meseleye ve etrafa kör-sağır, bu telaşlı sabırsızlıkla dipdiriydi.
Savaş meydanına dönmüş verandayı toparlayıp koltuğa
çöktüm.
Kedi az önce bıraktığı yerde yavrusunun kokusu etrafında
dönüyordu, oradan paspaslara, yavruların üzerinde uyuduğu minderlere gidip
gidip geldi. Kalan yavru, patisini ananın yüzüne dayayıp boynunu, başını yaladı
durdu. Ona teselli maması verdim, titreyerek yumuldu.
18 Haziran’da bir Şafak Operasyonuyla, doğup terk
edildiği komşunun boş beton çiçekliğinden aldırdığım yavrunun kısa hikayesi işte
böylece son buldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder