Bir yavru kedi eksildi ama düzen değişmedi. Aşağı
indiğimde paspasları yamulmuş, kova, kap ne varsa devrilmiş bulduğum veranda
tam bir bekar mutfağı görünümünde oluyor –tabii kalıntılar karıncaların
üşüştüğü lahmacun parçaları, kuru ekmek somunları, balık kılçık ve kuyruklarıyla
tavuk, pirzola kemikleri vb'den ibaret olduğunda.
Sahne buradan itibaren derece derece vahşileşiyor.
Gidip köşe başından dürüm alırcasına sık ve kolay başvurdukları bir
gıda maddeleri olan ağustos böceklerinden geriye paspaslara takılmış testereli
bacaklarıyla yakınlara saçılmış zavallı kanatlardan başka şey kalmıyor. Bazen
güle oynaya öldürüp bir kenara attıkları hamamböceklerini çıtır çıtır
yemeyecekleri kadar doymuş oluyorlar. Tüylerden ve silip süpürmeyi nadiren unuttukları kan
damlalarından kurbanlarının bir kuş olduğunu anlıyorum. Bazen gece
indiğimde ağızlarında ya da pençelerinde can çekiştiğini gördüğüm farelerdense
hiç iz olmuyor. Yılanlardan da.
Geçen sabah tuhaf tıkırtılardan, hırlamalardan kuşkulanıp
kapıyı açtığımda anne kedinin uzandığı yerden kuyruğuyla oynadığı, şimdiye
kadarki en büyük yılanlarıyla karşılaştım.
Biz olmadığımızda başlarının çaresine bakma yetilerini
köreltmemek için az mama verdiğim kediler verandayı, becerilerinin körelmediği
gibi giderek bilendiğinin abartılı gösterilerinin sahnesi ederken bana da
sabahları süpürgeyi elime alıp başımı öne eğerek vahşeti onun cilalanmış hali
medeniyete geri süpürmek kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder