Sağlığımı ele alabildiğimi gördükçe bilim ve sağlık konulu podcastlar ilgimi daha da çekiyor. Merakla izlediklerim arasında Zoe de var. Alanında ses getiren bilim insanı konukları, onların bir anda mesleki jargona kayıvermelerini tatlı bir üslupla dengeleyen sunuşuyla en sevdiklerimden. Ellen Langer ile orada karşılaştım. Harvard’ın ilk kadrolu, kadın psikoloji profesörüymüş. 70’lerden bu yana çok sayıda araştırmasıyla konusu farkındalık. Onun yaklaşımıyla bu, kitapçıları doldurup taşıran, mekanik egzersizleriyle pek bir yere varmayan piyasa farkındalığından belirgin bir şekilde ayrılıyor. Söyleşisini dinledikçe kulaklarım sivrildi. Şimdi de elimde yazılalı 35 yıl olmuş aynı adlı kitabı var.
Budizm başta, Uzakdoğu gelenekleri, dinlerinden esinlenen
(ve suyu çıkarılan) farkındalıktan farklı bir sorudan doğmuş. Langer, adına
gayri farkındalık diyeyim (mindlessness), farkındalığın karşıtının gündelik
yaşamlarımızda tuttuğu yerden yola çıkmış. Çevre, yetişme koşulları ve eğitim
temelli koşullanmaların yerleştirdiği, sonuçları en azından verimsiz, en kötü
haldeyse yıkıcı olabilen otomatik davranışların altından hep bunun çıktığını
görünce peki, farkındalık nasıl oluyor, o neyi değiştiriyor sorularının peşine
düşmüş.
Onun henüz edinmediğim son kitabı The Mindful Body vd
konusundaki söyleşisi, benden yeni yıl dileklerime ekleyeceğim iyi bir armağan
olur diye düşündüm. Özellikle kararlar ve duygular konusunda söyledikleri nefes
açıcı.
https://www.youtube.com/watch?v=8Y-kgEN0oJE&t=119s
Ufkumuzun biraz daha açılacağı, daha az şiddetli, daha
huzurlu, sorunlara bakış ve çözümler konusunda yaratıcı bir yıl olsun!
*
Langer’ın en sınırlayıcı bulduğu katı anlayışlardan
birinin kaynağında vakitsiz bilişsel bağlılık var (prematüre cognitive
commitment), (ben buna kısa yoldan leb demeden bademi anlamak derim). Bunlar
bir bağlam oluşturuyor ve bir kez tutsağı olanın ne kendisine ne başkasına
dışına doğru adım attırmıyor. (Aklıma ilk gelen güncel örnekler vatanseverlik
ve milliyetçilik oldu.)
Konuyla ilgili, Mindfulness kitabından çevirdiğim bir
bölümü de ekleyeyim.
Sınırlayıcı Düşünce
Biçimleri Olarak Entropi ve Doğrusal Zaman
Kıt kaynaklar inancıyla ilişkili bir kavram da entropi, yani kapalı bir sistem içindeki bir varlık ya da organizasyon örüntülerinin aşamalı olarak çözülmesi veya parçalanmasıdır. Entropi kişiye kontrol duygusu veren bir düşüncedir; zaman içinde yavaş yavaş yıpranan bir sistemde, her şeyin aynı kaldığı veya kendiliğinden daha iyiye gittiği bir sisteme kıyasla daha fazla müdahil olma olanağı vardır. Entropi kavramı evrene dair, gücü azalan büyük bir makine imgesi doğurur. Çoğumuzun üzerinde hiç düşünmeden kabul ettiği böyle bir imge neyin olanaklı olduğuna ilişkin algımızı sınırlayan talihsiz ve gereksiz bir anlayış da olabilir. Alternatif bir dünya görüşü, sözgelimi gerçekliğimizin ne ölçüde sosyal bir yapı olduğunu gören bir anlayış, daha fazla kişisel kontrol getirebilir.
Sabit sınırlara beslenen
inanç birçok fizikçinin görüşleriyle uyumlu değildir. Örneğin James Jeans ile
Sir Arthur Eddington, evreni tanımlamanın en iyi yolunun onu olağanüstü bir
fikir olarak tanımlamak olduğuna inanıyordu. Oradadır ve üzerinde etkide
bulunmamıza açıktır. Herhangi bir sistem tamamlanmanın eşiğine geldiği an şu an
öngörülmeyen yeni bir şey keşfedilecektir.
Bizi aynı şekilde gereksiz
yere sınırlayabilen bir diğer kavram da doğrusal zaman anlayışıdır. Zaman
kavramlarının tarih boyu çeşitli kültürlerde nasıl değiştiğini göz önünde
bulundurursak bu sınırlayıcı görüşü daha kolay sorgulayabiliriz.
Bazı kültürlerde zaman
evrensel bir şimdi olarak görülür. Papua Yeni Gine açıklarındaki Trobriand
Adalarında insanlar geçmişi şimdiki zamanın öncesi olarak düşünmez.
Trobriand’lılar gibi Hopi Kızılderilileri de, benzer işlevleri yerine getiren
birçok kavramları olmakla birlikte (dönüşüm, gerçeğe karşı hayali gibi) bizim
doğrusal zaman kavramımızı kullanmazlar. John Edward ilkel dönemlerde zamanın
bir “her şey bir anda” olgusu olduğu yorumunu yapıyor. Polinezyalılar herhangi
bir serüvenin yeniliğini reddeder. Sadece mitolojik bir kaşifin yolculuğunu
tekrarladıklarına inanırlar.
Diğer bir zaman
anlayışında zaman döngüsel olarak görülür. Pisagor zamanın her bir ayrıntısının
tekrarlayacağına inanıyordu. Uzakdoğu’da birçok dinde savunulan reenkarnasyon
döngüsel zamana dayanır. Nietzsche de evrenin döngüsel, olayların tekrar
edebilir olduğunu savunuyordu. Bu bakış açısında önsezi geleceğe bir bakıştan
çok geçmişte başka bir döngüde ne olduğunu görmektir. Döngüsel bir zaman
modelinde gelecek ile geçmiş birbirinden ayrılamaz.
Tek boyutlu bir zaman
modelinde bile hareket sadece tek yönlü değildir. Geçmiş gibi gelecek de
şimdiye “yol açabilir.” Daha sonra gireceğim sınav için şimdi ne çalışmalıyım?
St Augustine, “Dolayısıyla, der, şimdinin çeşitli boyutları vardır… geçmiş
şeylerin şimdisi, şimdiki şeylerin şimdisi ve gelecek şeylerin şimdisi.”
Kant, zamanı -dünya
tarafından “verilen” ya da ona yansıtılan bir şey olarak değil de- algıyı
organize etmenin bir aracı olarak tasavvur eder. Bu kavramdan yola çıkarak
matematikteki “sentetik a priori” görüşünü geliştirmişti: dünyanın gerçeğini
ona bakmadan bilebiliriz.
İnsanın zamana ilişkin
anlayışını değiştirmesi entelektüel bir egzersizden fazlasıdır. Örneğin
farkındalık ve sağlığı ele alacağımız 10. Bölümde iyileşmenin daima belirli bir
süre aldığı inancını sorguluyoruz. Alternatif zaman görüşleri böyle bir sorgulamayı
daha akla yatkın kılıyor. Aslında zamanın anlamına ilişkin kesin görüşler saçma
görünüyor. Saygın fizikçi Ernst Mach, “Şeyleri zaman içinde ölçmek tümüyle
gücümüzün dışında,” diyor. “Tam tersine, zaman, ona şeylerin değişimiyle
vardığımız bir soyutlamadır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder