Yaşlı da olsa bir tazıyla dolaşmanın neye benzediğini kardeşimden dinliyorum. Sonsuz görünen bir enerjiyle dolup taşan bu varlıklardan alacağımız ne çok şey varmış.
Kayışın bir ucunda insan, diğerinde tazı; kimin kimi
çektiği, kendi bedeninin aşina hareketlerine zorladığı, kardeşimin seçtiği daha
eşitlikçi bir ilişkide belli. Yaşadığı yerde bu hayvanların serbest
bırakılmasının neden yasak olduğu da: Fişek gibi fırladıklarında yetişip
tutabilene aşk olsun!
O, tazıdan anda yaşama ustası olarak ibret aladursun, bugün
şevk kavramını düşünürken kafamda canlanan imge bu oldu. Sabahları yataktan iştahla,
heyecanla kalkmamı sağlayan, o dönem ilgim neye yoğunlaştıysa onun, kayışımı
ucundan çeken enerji küpü tazılığı. (Sabah meditasyonun ortasında kayışını bir
oraya, derken birden dönüp buraya çekerken: Şu konuda şunu bir sorarak ara,
filancanın kitabına danış. Belki bir de.. Sahi.. Dur dur dedim, şimdi sırası
değil, hele bir nefes al, sakinleş. “Bari kısacık bir not alsan da kafanda
uçuşturduğum bu fikirleri unutmasan..” Bir açıl ve zamanını bekle hele diye
aklımdan geçerken kendime ve tazılarıma güldüm.)
Aslında kayışımızın ucundaki tazılar birer kanal; devreyi
kapayıp bizi kaynağa, yaşam sevincine götürüyorlar.
Arka arkaya köpek sahibi olanları şimdi çok daha iyi
anlıyorum.
Gerçi biraz daha yakından baktığımda tazı arayüzü
olmaksızın da iliklerimde duyabileceğim bir temas bu.
Yalıtımsız hayata çıplak elle temas.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder