“Üstelik düşmek riskli benim için ama ne bileyim işte, arkadaşa peki dedim.”
Bir kayak kaçamağıydı. Orada da fiyatlar alıp yürümüş, dedim, öyle mi?
“5-6 gün aşağı yukarı bin dolara geliyor” deyince gözlerim
açık kalmış, ayda 100-150 bin harcıyorsan oranlı ama yoksa zenginlere bırakılacak işmiş dedim.
Seçimini (buna ne kadar “seçim” denebilirse) doğrulama
ihtiyacıyla “Kar da çok güzel oluyor orada, ağaçlarla filan” dedi, ardından usulca
isyan etti: “Hem zaten onu yapma bunu yapma, nereye kadar!”
Örneğini adım başı gördüğüm bu sürüklenişe karşı hafif
bir tiksinti duyarak “E o vakit afiyet olsun” dedim. “İyi paketmiş işte, düşme
riski de dahil.”
*
Zevk var zevk var, diyor
bilim insanları: Hedonik zevk ile ödomonik haz/iyilik hali (eudaimonic
well-being). Beyin bu ikisinde farklı işliyor; uyarılan bölgeleri, salgılanan
çeşitli hormon farklı, dolayısıyla sonuçları psikolojik, zihinsel ve bedensel
olarak neredeyse taban tabana zıt.
İlki, dizginleri salmakla
gelen. Yorucu bir günün ardından tv’nin karşısına geçip art arda dizi bölümleri
izlemek, sosyal medya ormanında yitip gitmek, avutucu-onarıcı olarak abur cubura,
tüketime uzanmak vb ile kendini şımartmaktan devşirilen zevk. Anlık bir seçenek
olarak başvurulduğunda iyi. Değişiklik, kafa dağıtma, tekdüzeliğe bir kontrast,
renk sunuyor. Bunda can alıcı olan, doğasını, sınırlarını bilmek, tadında
bırakabilmek. Tıka basa çikolatalı o pastadan bir çatal ile alacağını alıp
orada kalmak. O vakit hedonik haz yüksek oktanlı bir yakıt olabiliyor.
Sorun, yüklendikçe buna
yüklenmede. Hedonik zevk, insanı bütünlüğünde görmeyip kalanın aleyhine bir
parçasını kayırmakla geliyor. Metabolik sağlık pahasına şekerin tadı, zaten
zorlanan bütçelerin artan borca kayması pahasına tüketimde kuyruğu dik tutarak
korunan benlik imgesi. Tekrarlandıkça baştaki vurucu etkisi monotonlaşıyor,
dozu artırılarak sürdürülmeye çalışılıyor. Kalıplardan, stresten kaçış olarak
başlayan davranışın kendisi dar bir kalıba, strese dönüyor.
Ödomonik iyilik halinde
insan aradığı kabulü, anlamı, doyumu kendi içinde bulmaya başlıyor.
Bu halde her şeyin
yolunda, sorunsuz, ışıklı, ışıltılı, daimi bir gül bahçesi filan olması
gerekmiyor. Dış alemin sana dayattıklarını, içselleştirdiğin sesini bırakıp
belki de ilk kez ahkamlar kesmeden varoluşuna, İnsana kulak kesilmen yeterli. Çelişik,
defolu, tutkulu, güçlü, zayıf.. Etiketler ve sınırlayıcılıkları ötesinde varoluşu
iman tahtanda duyman. Kendini bütününde ve dolaysızca kavraman. Olmanın hazzı. Bunun da ucu bucağı yok. Hep oracıkta.
Sürdürülebilir -çünkü kendisi zaten süregidişin ürünü bir his. Tadını kaçırmak
ya da tadında bırakmak gibi doz ayarları gerektirmiyor. Ve bedava!
*
Hayattan aldığın zevk,
tüketmeni, yapmanı etmeni şart koştuğunda bunları yapabilme gücünle
sınırlanıyorsun. Psikolojik gücün, suyun kaynağını açıp kapama erkini elinde
tutanlara havale oluyor. Ağır bir dışa bağımlılık.
Hayattan duyduğun haz
oldurmaya değil, olmaya dayandığında temel ihtiyaçların karşılandıktan sonrası
keyfe keder. Gücün, dolayısıyla özgürlük (istediğini yapabilme) hissin cebinde daha
şu kadar para olmasına bağlı değil. Tersine, bundan bağımsızlaştıkça daha dik
durur oluyorsun.
İlkinde asabi bir
tepkisellik ve kısır isyanlarla (“Onu yapma bunu yapma, nereye kadar!”) için
içini yerken ikincisinde tepkiselliğin yerini muhakeme alıyor. Kanın serin,
dingin.
Bin dolara kar görmesen de
olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder