Belediye kahvesinde siparişimi beklerken gözüm onlara takıldı. İki masa ileride bir çift. 60’larının erkek sonları, kadın başlarında gibi. Biri masanın başı, diğeri kenarında, birbirlerine dik açıda oturmuş, kağıt kitaplarına gömülmüşler. Gömülmüşler! Birinin yan döndüğü, kış güneşi altında ışıl ışıl denizi gözleri görmemecesine okuduklarındalar. Erkek belirli aralarda beyaz sakalını göğsüne doğru eğerek tik gibi bir hareketle çenesini oynatıyor, onun dışında tek hareket, sayfaları çeviren parmaklarında.
Onların gözü kitaplarında, benimki onlarda, baktıkça
baktım.
10 dakika kadar sonra sipariş paketimi alıp önlerinden
geçerken birden durdum.
“Konsantrasyonunuzu bozma pahasına.. Kitap okuyan, hayır,
bütün dikkatiyle kitap okuyan insan görmek öyle hoş ki!.”
İkisi de şaşkın, erkek masmavi, kadın koyu renk gözlerini
kaldırdı.
“Yok canım, o kadar da değil” dedi kadın, neredeyse mahcup.
“Gerçekten nadirattan. Eski bir editör olarak özellikle
hoşuma gitti. Onca emek boşuna değilmiş diyor insan” dedim gülerek.
“Biz de belki biraz abartıyoruz ama..” dedi erkek.
“Ah, ben de öyle ama tabletten okuyorum.”
Kadın elini kalın, büyük boy, sayfaları kıvrılıp
bükülmemiş tertemiz kitabının kaldığı yerinde sevgiyle gezdirerek “Ben
dokunmayı seviyorum” dedi.
İlk irkilmeleri geçmiş, gülümsedik.
İyi günler dileyip yoluma gittim.
Bütün bu süre boyunca yumuşayan, tatlılaşan içime
baktığımda kendimi bu kasabada ne kadar benzerlerimden uzak, sürgünde
hissettiğim, bu tuhaf çiftin seyrinin eve dönüş gibi geldiği yüzeye çıktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder