Sen fikirlerini (baskın, genel, rüküş) başımdan aşağı boca ettiğinde, otobüste yanıma etleri üstüme yığılan terli, şişman ve boğucu bir parfüme bulanmış biri oturmuş gibi hissediyorum kendimi.
29 Haziran 2022 Çarşamba
26 Haziran 2022 Pazar
RACHEL
Ruhumdan başlayarak zihnimi havalandırmada, heyecanımı körüklemede iyi bir kitabın yeri ayrı.
Evcil alanın dışına çıkan,
bunu cesaretle, sanatıyla, düş gücüyle, bilgiyle, bilgelikle yapan kitap iyi
dediğim. Kurgu dışı ya da kurgu.
İyi bir kitap, iyi-kötü,
doğru-yanlışa ilişkin şu ya da bu ölçüde sabitleşmiş fikirlerimi askıya alıyor.
Bunları geride bırakarak açılıyorum. Böylece iyi bir kitap (tıpkı doğayla,
canlılarla dolaysız bir karşılaşma gibi) bilinenden bilinmeyene,
potansiyele açılma fırsatı, terbiyesi sunuyor. Bellediklerimin ardından
bakmakla yetinirsem bellediklerimden ötesini göremem.
Anlayışı genişletip
derinleştirmek bir yol susup kulak vermekle başlamaz mı?
*
Dervla Murphy’nin
Baltistan yolculuğunu anlattığı kitabı (Where the Indus is young)
yayımlandığı 1977’den (çocuğu bir katman az giydirdiği görülen anneyi ilgili
resmi kuruluşlara şikayet etmenin, güvenlik adına çocuk bahçelerinden
başlayarak gelişim alanlarını deneyim kaynaklarıyla düş gücünü çoraklaştıran
yavan bölgeler haline getirmenin vb henüz norm haline gelmediği zamanlardan)
bugüne kim bilir nasıl geribildirimler aldı.
Üzerine yazdığım önceki
blog yazısı, okuyan birkaç kişide annelik galeyanından öte pek bir şey
uyandırmadı. Murphy, boş bir güç iddiasıyla tek başına anne olmaktan yavrusunu
böyle bir yolculuğa götürme bencilliği, kendini bilmezliğine, yerden yere vurulurken
Rachel, yerini “çocuk şöyle yapılmalı, böyle bakılmalı” fikirlerine bırakarak
bir kurbana dönüştürüldüğü köşede unutuldu.
Bunun gerekli ve şart olduğu inancıyla çocuk analı babalı dünyaya getirilmeli (ya eşcinsel
çiftler denilecek olduğunda ona da açıklık getirildi; bir kadın ana, bir adam
babalı elbette!), her yönüyle korunmalı, korunmalıydı.
Sanki dünyanın bütün
kadınları, çocuklarınızı çocuk bahçelerinden alıp dağlara çıkarın demişim gibi
kapı, ardında seyyah ve çocuğu ne yapmış, ben bunu neden paylaşmışım hiç
bakılmadan çarpıldı. (Uç bir örneğin değeri yaygın olarak uygulanabilirliğinde
değil, kavrayışımı esnetmesinde.)
Olmaz öyle, işte o kadar!
Oysa Rachel sağ salim
dağlardan inmişti. Yeryüzüne, hayat ve ölümün ehlileştirilmemiş dipsiz
gizemine, dışarıdan gelen hiçbir yaşıtına nasip olmamış bir dokunuşla. Balayını orada geçirmeyi planlayacak kadar da vurulmuş.
“Kandırılmış o!”
“Kim bilir ne travma yemiştir!”
Zihin gözümde midilli
Hallam’ın sırtında kıyısından geçtiği uçurumlara onunla birlikte büyülenerek
bakıyorum.
Neyle kandırıldığımı
seçecek yaşta, seninle birlikteyim Rachel, diyorum.
24 Haziran 2022 Cuma
ANASININ KIZI
Benzersiz bir seyyah Dervla Murphy. İrlandalı. 14 yaşında okulu bırakıp giderek elden ayaktan düşen annesine bakmış. 16 yıl. 30 yaşında, annesi ona bir ev ve 9 bin kitabını bırakarak ölmüş. Onun da teşvikiyle başlayan civarı keşfi dalga dalga ülkeye ve dört kıtaya genişlemiş. Hiç araba kullanmamış. Don Kişot’un atı Rosinenta’nın adını verdiği bisikleti Roz ile ve yaya kıtalar aşmış.
Geride bıraktığı 26
kitabından ilk okuduğum, 1975’te Baltistan yolculuğunun günlüğü oldu. İndus
Nehrini (zaman zaman kıyılarından, çoğu vakit yüzlerce metre tepelerdeki patikalardan)
izleyerek Himalayalarda geçirdiği üç kış ayının hikayesi (Where the Indus is
young).
İnsanın ancak hayatta
kalmaya indirgenmiş en ilkel, yoksul ve hastalıklı bir inatla tutunabildiği,
olağanüstü zorlu, tehlikelerle dolu bir coğrafya. Yine de (aslında tam da bu
insana diz çöktüren haliyle) Murphy’nin gönlünde, gezip keşfettiği onca yer
arasında tahtını burası kurmuş. İnsan, insanın pek az değiştirebildiği bu
sahnede onun bu aşkını anlamaya ve hissetmeye başlıyor. Kar, buz, çamur,
fırtına, deprem, yer kaymaları, çığ, çok yüksek irtifa, eksi 40’ları bulan
soğuklar, yol alması zor/çok zor ve sürekli değişen bir yüzey. Ama öte yandan
vahşi, görkemiyle nefes kesen, yeryüzünün en yüksek zirveleriyle çevrelenmiş
bir coğrafya ve sunduğu eşsiz sessizlik, huzur ile adı böyle konmamış olsa da
mistik bir bir olma hali.
Murphy derinden
ilişkilendiği bu ortama insan hikayelerini hiç süslemeden ama temiz bir aynanın
yansıtıcılığıyla serpiyor. Himalaya uçurumları kadar dipsiz bir yoksulluk,
geçmiş ve geleceksizlik içinde debelenirken tanrı misafiriyle paylaşmaktan hiç
geri durmadıkları iki lokmaları, bugün buradan hayal bile edilemeyen çetin
yaşamları ile insanlar. (Yolculuğun sonlarında buzların erimesiyle hızlanan
heyelanlardan birinin kurbanının kan gölüyle karşılaşmasını anlatıyor. Sonradan öğrendiğine göre bir
çobanmış. Başına taş düşmüş. O haliyle 4 mil yürüyüp en yakındaki sağlık
ocağına varmış, hafta sonları kapalı olan burası yerine birileri başını sarmış.
Böylece 8 mil daha yürüyüp eve dönmüş. Murphy buralıların bu direngenliğini daha o
günkü Batı’da iyice hanım evladı oluşla kıyaslıyor ve birkaç kuşak sonra konfor
düşkünlüğüyle bedenleri normal işlevini bile göremeyecek insanları düşünerek
kötümserleşiyor.)
Kendisi 44 yaşında, kışın
ortasında bulabildiği kıt gıda, barınma, ısınma ve hijyen koşullarında
kar-buz-çamur-engel-tehlike demeden kadın başına günde 10-15 mil, bazen çok
daha uzun yürüyüşlere bana mısın demiyor.
Ve yalnız değil. Yanında 6
yaşında kızı Rachel var! (Evlenmeyi hiç düşünmemiş ama bir çocuğu olsun
istemiş. O vakitler evli bir dergi editöründen anlaşmalı hamile kalmış. Onun
ölümüne kadar da kızının babasının kimliğini saklı tutmuş.)
Rachel! Himalayalar, kış,
Balti halkı kadar yerini dolduran bir karakter. Günde 12 mil yürüyebilse de
yüksek irtifadan büyüklerden daha fazla etkilendiğinden ve malzemenin de (bu
koşullarda sıcak tutucu eşya ile yakacak ve gıda maddelerinin asgarisi bile
dünya kadar yer kaplıyor) taşınması için Murphy bulabildiği yaşlı bir midilli satın alıyor.
Hallam. Rachel kah onun sırtında kah yaya, 3 ay boyunca gıkı çıkmadan, sonsuz
bir merak, gevezelik ve taptaze gözlemleriyle annesini izliyor. Zaman zaman
kızının bile fazla geldiği derin tefekkür anlarında Dervla’nın içinden kesilmek
bilmeyen gevezeliğiyle çocuğu uçurumdan aşağı itivermek gelse de bir yarısı
(anaç olanı) onunla göstermediği bir gurur da duyuyor. Sorunsuz bir kız Rachel;
pirelere, kir pasa, soğuğa, iki lokmayı aşmayan çeşitsiz aşa (onun zaten pek az
olan iştahı bu koşullarda avantaj oluyor) itirazı yok. Aklı, hayal gücü hep
işlek (kıl payı atlattıkları bir heyelanın hemen ardından “Sahi, radar nasıl
çalışır?” diye sorarak annesine pes dedirtiyor). Sorular, benzetmeler. Kendilerini
attıkları dört duvarlarda karanlıksa mum ışığında toplama yaparak (aritmetiğe
bayılıyor), kendi kitaplarını ezberledikten sonra annesinin Savaş ve Barış’ına
girişerek (bunu buldukları çok eski bir dergide okuduğu kötü yazılmış bir
hikayeyle kıyaslayarak yaptığı eleştiri annesiyle birlikte benim de ağzımı açık
bıraktı!) kendini mükemmelce eğleyebildiği bir iç dünyası var.
Baltistan yolculuğu beni
birçok bakımdan içine aldı. En öne çıkanlardan biri bu iki insan arasındaki
ana-kız ilişkisi.
Bizimkilerle,
bildiklerimizle karşılaştırıldığında Himalayalar kadar uzak, yabancı.
Ama bir o kadar da çekici.
21 Haziran 2022 Salı
BAHÇE
Sabahları okuma vakti. Dervla Murphy ile Indus nehri boyunca Himalayaların eteklerinde dolanıyor, ardından yüzme tarzımı külliyen değiştirecek yüzme kitabına dalıyorum (Total immersion, Terry Laughlin). Yanımda bol naneli yaptığım çay, elimde tespih, gözüm bahçeye dala çıka.
İki karış bir alan ama
barındırdığı çeşitlilik ve asıl ışık oyunlarıyla ucu bucağı yok. Buna içinden
geçen sesleri de katmalı. Denizin uğultusu, yenidünyadan kopup taşa düşen iri
bir kuru yaprak, toprağa düşen kayısı, çimene düşen (ve ağacın altını top
toplayıcıların iş bıraktığı bir golf sahasına benzeten) incirlerin vb rastgele
beneklediği ses panoramasına girip çıkan insan ve araçları (bir motosiklet,
sürülen bir kapı, bir öksürük, çocuk çığlığı).
Okuduğum diğer bir kitap,
zihni ve algıları tam da şu sıra benimkiler gibi hareket eden Jenny Odell’in How
to do nothing başlıklı denemeleri. Bu sabah ikinci naneli çayıma Dikkat
Egzersizleri bölümünde David Hockney’nin görme, John Cage’in işitme alanındaki
arayışları eşlik ederken kendimi iple çekilen bir aile toplantısında gibi
hissettim.
İçini ezberlerden
boşaltarak alıcı kılarken alabildiğine pasif, aldıklarını dipsiz bir oyun ve
keşif duygusuyla yeniden kurgularken alabildiğine aktif ol.
*
Birkaç gün önce Kırpık’ı
el kadar kara bebesini çatılardan indirmiş, buradan götürürken gördüm.
Kaplarını aşağı indirdim. Akşam bana çay, kim gelirse ona bir kap mama saati.
Hepsi de Kırpık’tan çok daha iyi durumda, çoğu genç dişi, emziren kediler. Ürkek,
gecikmişse kabın başındakini efendice bekleyen, rızkına ya da yokluğuna razı.
Şimdilik seyirciyim. Yerimden kıpırdamadan izliyorum. Bazıları kıçlarını bana,
başlarını daha çok sayıda tehlike gelebilecek bahçeye dönerek mamaya tetikte
bir açlıkla yumulmaya başladı. Güvenmeye.
Kürkleri desen desen, renk
renk. Sorumu hatırladım: Bunlar DNA’ya ne şekilde kayıtlı ki? Halı
dokumacıların önündeki şablonların hücresel karşılığı ne?
*
Akşamüzerleri güneş
batıdaki tepelere doğru alçalırken her şeyi bırakıp tatlanan ışığın peşinden an
be an değişimine, değişime dalıyorum.
O her şeye bedel bir
meditasyon.
11 Haziran 2022 Cumartesi
KIRPIK
İlk bakışta kötü budanmış bir mazı öbeğini andırıyordu gövdesi. Beyaz üzerine yamalı kırpık kürkü de kendi kadar zayıf düşmüş, mat. Uzun, güzel bir şey olacakken yarım kalmış. Boynu üç parmağım kalınlığında eder etmez. Verandada oturuyordum. Merdivene yönelmişken beni fark etti, yolu zaten orasıymış gibi dönüp yan bahçeye doğru gitti.
Başka bir gün merdivende
yakaladım. Yukarı kaçtı. Peşinden çatıya çıktım. Bitişiğe atlamış, gözden
kaybolmuştu. Yavruları olmalı.
Benim sessiz, hareketsiz
kaldığım, onun ihtiyatlı, ardından atik davrandığı birkaç sefer sonra korkma,
çık yukarı, yavrularına bak dedim. Beni -riski- şöyle bir hızla tartıp yine merdivene
atıldı.
Neden sonra indiğinde
seslendim. Çağırmadım, konuştum. Miyavlayarak karşılık verdi. Ve gidip bahçenin
karşı ucuna oturdu. Uzunca bakıştık. Beni kolluyor, ehlileştiriyordu:
Buradayım. Yemek
verebilirsin -iyi de olur!
Biraz peynir, bir tabak
süt getirip kenara bıraktım. Ağırdan alarak doğruldu, gerindi. Yavaşça
-geçiyordum, bir bakayım neymiş der gibi- yaklaşıp kokladı. Bir iki lokma ile
damla alıp bıraktı.
Sonraki gelişinde memeleri
iyice belirginleşmişti. Daha kendisi yavruyken tecavüze uğramış gibi. Marketten
kedi maması aldım. Çatıya bir kap suyun yanına koydum.
Dün verandada uzandı.
Konuşkan bir kedi, uzun uzun anlattı. Sefil ya da bakımlı, güzel ya da çirkin,
genç-düşkün, insanı terbiye etmede üstlerine yok.
10 Haziran 2022 Cuma
SABIR
Beni en çok engelleyen, ayağıma dolanan, göğsüme çöken, soluğumu kesen, güdükleştiren, sabırsızlık.
Bir kez parlamaya görsün,
kuyruğu ateşe verilmiş bir tazı gibi fırlıyor içim. Nereye olursa olsun, çabuk!
Elinde ne varsa savuştur, kaç buradan, bu halden.
Zor, nahoş duygulara
tahammülümüzün ne kadar uzun erimli sonuçları olduğunu düşünüyorum. Bunlardan
kaçmak için saptığımız yolları, bağımlılıklar ve işlevsiz davranışları,
kendimize, çevremize yabancılaşmayı. İç ve dış gerilimleri. Sabırsızlık da
bunlardan biri değil mi deyip nihayet ona da daha yakından bakmaya başlıyorum
-sabırsızlığın doğasına eğilmek de sabır gerektiriyor haliyle.
Sabırsızlık bir duygu
mudur? Bunu Google’a sorduğumda hayır, cevabını aldım: Çeşitli duyguların
üzerine çıkan bir enerji yükselişidir.
Bir şeyi iple çekmek
(geleceğe yönelmek) olduğu kadar mevcut durumdan kurtulma arzusu (şimdiden
kaçmak) da olabildiğine göre evet, sabırsızlık başlı başına bir duygudan çok,
aniden aşırı yüklenen bir elektrik devresi gibi. Tetikleyicisi nahoş (bazen de hoş) duygulardan herhangi biri ya da birkaçı olan bir dürtü.
Müthiş bir baskı. Kendini
göğsümde ve nefesimde hissettiriyor. Atağa kalktığında boyun eğmemek neredeyse
imkansız. Tıpkı öfke gibi, ok yaydan çıkmadan davranmak gerek. Sakin zamanlarda,
önemsiz vakalarda (tekniğini havuz dışında teorisiyle de geliştiren bir yüzücü
gibi) izlemek, düşünmek, idmanını yapmak.
*
Sabırsızlık deyince
zihnimde beliriveren imge, yayı kısa tutulmuş otomatik kapı düzeneği. Kapı
ağır, hemen de kapanma eğiliminde. Elin kolun doluyken geçmek ne zordur.
Omzunla iter, bir ayağınla aralık tutmaya çalışır, kendini öteki tarafa dar
atarsın.
Sabırsızlığı bir adli
tabip gibi önümdeki çelik masaya yatırmışken bu kısa tutulmuş yayın zaman
olduğuna uyandım!
Sabırsızlık, yangının
oksijeni tüketmesi gibi zaman algısını yamultup yassıltıp siliyor. Nefesi kesen
belki bu: Bitti, zaman yok!
O halde zaman algısını
doğrultarak akıntının tersine yüzebilirim. Derin nefes al. Nefesler al. Zaman
var. Ne yaşıyorsan, yıkanmış çarşaf gibi zamana ser. Engellenmişlik,
çaresizlik, öfke, kırılganlık, mahcubiyet, suçluluk, hayal kırıklığı, kaygı ya da katıksız heyecan. Yaşadığın
şeyde kal, derinleş, hisset ve öteki tarafına geç. Sabırsızlığın kısa yaylı
kapısı daha açılmadan.
Zaman senin, sakin ol.
*
Sabırsızlık zarafetin de
düşmanı. Birden eski filmlerin sıçramalı hareketine kapılan bir tavır, duruş
zarif olabilir mi?
*
Sabırsızlık pişmeye,
demlenmeye, damıtılmaya engel. Sahibini bir yerlerde ham kalış bekliyor. Ama
bir ayağının hiç azalmayan bir yaşam heyecanında, tutkuda oluşuyla sabırsızlık
ebedi bir gençlik de demek.
*
Sabırsızlık bir dürtü,
yokluğu ise (tanrı vergisi ya da niyetli, bilinçli bir terbiye ile ulaşılan) bir
hal sanki.
9 Haziran 2022 Perşembe
90 SANİYE, BAŞVURDUĞUMUZ DİKKAT DAĞITICILAR -4
·
Pesimist,
kinik ya da iğneleyici misiniz?
Kötümserlik
ve alaycılık üzüntü, çaresizlik, öfke ve hayal kırıklığı duyduğunuz geçmiş
deneyimlerin sonucudur. Kötümser ve alaycı bir tavır hayal kırıklığı ile bu
daha gerçekleşmeden baş etme yollarıdır. Durumun gelecekte daha parlak
olmayacağı beklentisiyle bu tutumları takınırsınız. Bunlar üstesinden gelmede
bocaladığınız üzüntü, çaresizlik, öfke ve hayal kırıklığından dikkatinizi alma
yoludur. Yıkıcı olabildiğini bilseniz de kötümserlik, alaycılık ve
iğneleyiciliğe hangi sıklıkla başvuruyorsunuz?
·
Bir
dikkat dağıtıcı olarak haksızlığı takıntı haline getiriyor musunuz?
Hayatın
neden adil olmadığına, neden kimi zor tecrübeleri yaşamak zorunda kaldığınıza
dair düşüncelere gömülmek sizi bu düşüncelerin altında yatan üzüntü, öfke,
hayal kırıklığı, çaresizlik ve engellenmişliği yaşamaktan alıkoyar. Hissedilmek
için yakaran duyguları tümüyle buyur etseniz ve 90 saniyelik dalgalar halinde
gelişlerini yaşasanız ne değişirdi? Bu duyguları tümüyle yaşamak belirli bir
duruma bakışınızı ne yönde değiştirirdi?
·
Acı
verici duyguları uzak tutmak için saldırganlığı, tehditler ya da şiddeti
kullanıyor musunuz?
Saldırganlık,
tehditler ve şiddet, suçlama ile eleştirinin daha aşırı biçimleridir. Etki
aynıdır; bunlar da dikkatinizi duygularınızdan, yaşadığınızdan ve belirli bir
durumda sorumluluk almaktan uzaklaştırır. Ne tür saldırgan sözel ya da fiziksel
yollarla daha derinlerdeki nahoş duyguları uzak tutmaya çalıştınız?
·
Kaos
sizin için bir yaşam biçimi mi?
Her
tarakta beziniz olması, kendinizi tümüyle başkalarının problemlerine vermek,
sürekli olarak “ters gidene” veya çözmeniz gerekenlere bakmak kendi
yaşadığınızdan uzaklaşma yollarıdır. İhtiyaç duyulma arzusu kendi duygusal
gereklerinizi bir yana atma ya da boğma isteğinden mi geliyor?
·
Giriştiğiniz
her şeyi pürtelaş mı yapıyorsunuz?
Bir
etkinlik ya da deneyimden diğerine koşmak, yaşadığınız şeye duygusal
tepkilerinizi geçiştirmenin bir yoludur. Meşguliyet kolay bir dikkat
dağıtıcıdır; fazlasıyla çok işe girişir, kendinize duyguları yaşayacak zaman
bırakmazsınız -müthiş bir verimlilik de cabası olur. Fakat manik denebilecek bu
yapıp etmenin fiziksel ve duygusal tükenişle sonuçlanması işten değildir.
Yaptığınız her bir şeyde kendinize daha fazla zaman tanıyacak olsanız kendinizi
ne kadar daha sakin hissedeceğinizi bir hayal edin; bunun sizin üzerinizdeki
etkisinin, anlamı ve değerinin ayırtına varabilir, duygularınıza yer
açabilirsiniz. Dinlenme ve sükunet zamanları gerçekte olup bitene erişmenizi
sağlayabilir. Kalburun üzerinde dikkatinizi hak eden neler kalıyor?
·
Önünüzdeki
iş, tasarı ya da konuşma ile ilgili nahoş duygularla uğraşmamak için ertelemeye
girişiyor musunuz?
Bu
davranışa çoğumuz aşinayız. Sizin için ertelemeyle ilgili olanlar hangi
duygular?
·
Teması
koparma stratejileri olarak suskunluk ve içe kapanmaya başvuruyor musunuz?
Duygusal
tepkilerinizi (örneğin üzüntü, öfke ya da hayal kırıklığını kesmek) yatıştırmak
ya da susturmak için suskunluğu ya da içe kapanmayı kullanıyor olabilirsiniz;
bunun sonucunda kendinizden ve olasılıkla hayatınızdaki önemli kişilerden
kopmak vardır. Bir açıdan bu nihai kaçınmadır fakat hiç de duyguların ortadan
kalkması demek değildir. Sadece onları tanımadığınız anlamına gelir. İçlerinden
geçerek deviniminizi sürdürebilmek için onlara seslerini nasıl geri
verebilirsiniz?
8 Haziran 2022 Çarşamba
90 SANİYE, BAŞVURDUĞUMUZ DİKKAT DAĞITICILAR -3
·
“Coğrafi
bir çözüme” yöneliyor, tası tarağı topladığınız gibi acınızın kaynağı olan
yerden fiziksel olarak geçici veya temelli ayrılıyor musunuz?
Kimileri
hissetmek istemedikleri duygulardan kopmak için bir tartışma sırasında mekanı
terk eder. Kimileri rahatsızlık verici toplantılar ya da sosyal
yükümlülüklerden kaçınmak için işi şehir dışına çıkmaya veya bir kent, bölge,
ülkeden temelli ayrılarak acılarının kaynağından uzaklaşmaya kadar vardırır.
Ama nereye gittiğinizin bir önemi yoktur; duygusal sorunlarınız sizinle
kalacaktır. Kaçınmaya çalıştığınız duyguların kaynağı ile aranıza gerçek
anlamda mesafe koyduğunuz durumlar yaşadınız mı? Bunlardan kaçmaya çalışmak
yerine kendinizi bu duyguları hissederek aşmaya bıraksanız ne değişebilirdi?
·
Bir olay,
durum, kişi ya da olanak umurunuzda değilmiş gibi konuşuyor ya da hareket
ediyor musunuz?
“Umurumda
değil,” nahoş durumlara yaygın bir tepkidir -sorun şu ki, derinden derine
umursuyorsanız tekrar tekrar bunu söylemek bir şey değiştirmez. Daha yerinde
olan “Aldırmak isterim” demektir. Duygular hâlâ oradadır. Sizin
uzaklaşmak istediğiniz duygular hangileri?
·
Kendi
yaşadığınızın haz etmediğiniz yanlarını başkalarına yansıtıyor musunuz?
Bu
strateji kendinizde hoşlanmadıklarınızı başkalarına yansıtma üzerinedir.
Sözgelimi dış görünümünüzden mahcup ya da sosyal ilişkilerde beceriksizseniz
dış görünüşlerinden ötürü başkalarını yargılayabilir, sosyal beceriksizliklerine
laf edebilirsiniz. Aslında bunlar kendinize ilişkin sizin düşünceleriniz ve
kendinizi daha az kırılgan hissetme girişimidir. Sizce kendi duygusal
tecrübelerinizden uzaklaşmak için yansıtma yapıyor musunuz? Yaptığınız anda
bunun farkında mısınız? Yoksa ancak sonradan mı fark ediyorsunuz (veya belki
belirtildiği şu ana kadar farkında değildiniz?)
·
Akıl
okumaya girişiyor musunuz?
Akıl
okuma başkalarının sizin hakkınızda düşünüp söyledikleri konusunda
varsayımlarda bulunmaktır. Genellikle mahcubiyet ya da kırılganlık duygularını
uzak tutmak için başvurulur. Başkalarının sizin için düşündüklerinden
kaygılanıyor musunuz? Neler söylediklerini hayal ediyorsunuz?
·
Gerçeği
söylemek çok zor ya da utanç verici olduğu için yalan söylüyor ya da bilgileri
hasıraltı ediyor musunuz?
Kendinizi
bir yoklayın. Gerçeği söyleyecek olsanız muhtemelen rahatsızlık duyacağınız
için ne kadar yalan söylüyor ya da bilgi atlıyorsunuz? Hangi zor duygulardan
uzaklaşıyorsunuz?
·
Kendinize
odaklanmamak için dikkatinizi ve enerjinizi başkalarının ihtiyaçlarına
karşılamaya mı veriyorsunuz?
Kendi
duygularınızı, ihtiyaç ve sınırlarınızı görüp kabul etmek genellikle zordur.
Başkalarının daha fazla sorunu, daha zorlu problemleri ya da daha büyük
ihtiyaçları olduğunu görmek onların ihtiyaçlarına odaklanmanızı sağlar.
Mesele, bu şekilde kendi ihtiyaçlarınızı azımsamanız ve gerçek duygularınızı,
endişelerinizi bir yana atıp bunlardan kaçınmanızdır. Hiç başkasının durumundan
yararlanarak bunu kendi duygu ve ihtiyaçlarınızla yüzleşmemenin özrü olarak
kullandınız mı?
·
Dikkatinizi
dağıtmak için özveriye, abartılı bir sorumluluk hissi ya da kendinizi feda
etmeye başvuruyor musunuz?
Bunu
bir üstteki stratejinin yakın bir çeşitlemesi olarak düşünün. Gerçek ihtiyaç,
duygu ve endişelerinizi azımsarsınız çünkü başkalarına yük ya da mağdur
olduğunuz düşüncesi nahoş duyguların fiziksel rahatsızlığını hissetmekten daha
kolay görünür. Tanıdık geliyor mu?
·
Kendi
yaşadıklarınızdan kaçmak için ayıplıyor, dedikodu ya da şikayet ediyor musunuz?
Başkalarını
ayıplamak, eleştirmek, dedikodusunu yapmak odağı sizden başkalarına ve başka
durumlara kaydırır. Bu davranışlar aralarında sekiz zor duygudan biri ya da
birkaçı -özellikle üzüntü, öfke, hayal kırıklığı, mahcubiyet ve kırılganlık-
bulunabilen kendi duygularınızdan sorumlu olmamanızı kolaylaştırır. Bunlar aynı
zamanda dikkatinizi yaşadığınız tecrübeden ve herhangi bir durumda sorumluluk
üstlenmekten de alır. Kendinizi duygularınızdan uzaklaşmak için kınamalara,
dedikoduya girişmiş bulduğunuz oluyor mu?
7 Haziran 2022 Salı
90 SANİYE, BAŞVURDUĞUMUZ DİKKAT DAĞITICILAR -2
·
Kendinizi
“saplanıp kalmış” hissediyor musunuz?
Bir
projeye başlamayı düşündüğünüz, hatta başladığınızda takılıp kaldığınızı
hissediyor musunuz? Sonuçtan hayal kırıklığı duyacağınızdan korktuğunuzda durma
eğilimi ortaya çıkabilir -durduğunuz için de eninde sonunda hayal
kırıklığı yaşarsınız. Hareketsizlikten çıkış yolu da eyleme geçmektir. Bir şeye
başlayın. Kendinizi verin ve durmayın. Sadece devam edin. İvme ivmeyi çeker.
Nasıl bir projeyi tamamlamak ya da ne gibi bir amaca ulaşmak istiyorsunuz? İvme
yaratmak üzere hangi adımları atacaksınız?
·
Hissettiklerinize
ilişkin neler hissediyorsunuz?
Üzülmeye
başlıyor, ardından üzüldüğünüz için kızgınlık duyuyor musunuz? Ya da kızıyor
ama kızgınlığın kabul edilmez olduğu düşüncesiyle hayal kırıklığı mı
duyuyorsunuz? Ya da hayal kırıklığınızdan ötürü mahcubiyet mi?
Hissettiklerinize ilişkin hisleriniz dikkati ilk tepkinizden ve en içten duygu
deneyiminizden alır. Gerçek duygularınızı örten ikinci bir katman olur ve bu
ikinci katman daha fazla duygusal stres ve duygusal sorunlar yaratır. Bu
temanın sayısız çeşitlemesi vardır. Bu size bir şey ifade ediyor mu?
·
Nahoş
duygulardan birini alıp onu gerçekte olduğundan daha uç bir noktaya getiriyor
musunuz?
Örneğin
Janell birbirine yakın çeşitli hayal kırıklıkları yaşıyordu; konuşmamız
sırasında bunları “hayal kırıklığı”ndan başlayıp “umutsuz” olarak tanımlamaya
geçti. Bunların her biriyle kendi içinde baş edebilirken hepsini bir araya
getiren zamanlama boğucu gelmişti; umutsuzluğa da o zaman geçti. Ted hayal
kırıklığını hoşnutsuzluk ve içerlemeye dönüştürdükçe olumsuzluğu yüzünden
insanları kendisinden uzaklaştırıyordu. Belki siz de üzüntü yaşıyor, bunu daha
aşırı bir biçimde ifade ediyorsunuz. Yaşanan duyguları olduklarından daha
keskin bir şekilde dışa vurmanın getirdiği zorluk, yaşadığınız doğal ve
sağlıklı duyguların bu şekilde toksik bir hal almasıdır. Üzüntü gibi bir duygu
kolayca tırmanarak olumsuzluk ya da içerleme gibi daha zarar verici bir
karşılığa dönüşebilir. Bazı duygulara verdiğimiz aşırı tepkiler içimizden
kaynaklanan bir strese yol açabilir. Bu strateji moral bozucu, güçten
düşürücüdür ve hareketsizlik ile kendini geri çekmeye kapı açar. Nahoş
duyguları daha aşırı bir hal alacakları şekilde abarttığınız oldu mu? Sonuç ne
oldu?
·
Kendinizi
olumsuz değerlendirmeye, olumsuz iç konuşmaya, kırıcı özeleştiriye kapılarak
duygularınızı kendinize ilişkin alçaltıcı ya da nefret dolu bir yargıya
dönüştürüyor musunuz?
Çoğu
kişi dikkati çelmenin bu biçiminde ustalaşmıştır; burada nahoş bir duyguyu bir
düşünce ya da inanca çevirirsiniz. Sık rastlanan örnekleri arasında çaresizlik
duygusunu yetersiz, iyi şeyleri hak etmeyen ya da değersiz olduğunuz inancına
çevirmek veya mahcubiyetin özünde yetersiz olduğunuzu yansıttığına inanmak
vardır. Siz duyguları ne şekilde özyıkıcı yargılara çeviriyor olabilirsiniz?
·
Kendinizi
başkalarıyla kıyaslıyor musunuz?
Kendinizi
başkalarıyla kıyaslamak kırıcı özeleştirinin diğer bir biçimidir. Başkalarına
odaklanmanız nedeniyle kendi deneyiminizi göz ardı eder. Kendinizi başkalarıyla
karşılaştırmanın tek olumlu nedeni şevk vermek, kendinizi başkalarının
yaptığını siz de yapabilecek şekilde görmektir. Bunun dışında, dikkatinizi
kırılganlık, hayal kırıklığı, üzüntü ya da engellenmişlik hissettiğiniz
gerçeğinden uzaklaştırmanın bir yoludur. Kendinizi şu sıra kiminle
karşılaştırıyorsunuz? Bunu kendinizi teşvik dolayısıyla mı yoksa bir tür dikkat
dağıtıcı olarak mı yapıyorsunuz?
·
Başkaları
karşısındaki davranış ve konuşma biçiminiz de dahil olmak üzere hayatınızın her
alanında mükemmel olmaya mı çalışıyorsunuz?
Odağınız
mükemmel olmaksa bu sizi kusurlu (ama son derece gerçek) şimdide yaşamaktan ve
spontan, hakiki olmaktan alıkoyabilir. Bu başkalarının gözüne daha elverişli
bir ışık altında görünmek için davranışlarınızı kontrol altında tutma
çabasıdır. Kırılganlığınızdan ya da diğer nahoş duygulardan uzaklaşmak için
mükemmeliyetçiliği kullanıyor musunuz? Mükemmeliyetçiliğiniz hangi duyguları
gözden saklıyor olabilir?
·
Asıl
endişe ve duygularınızdan uzaklaşmak için tek bir meseleye odaklanıyor musunuz?
Kadınların
döne döne erkek arkadaşlarının kendilerini daha ilginç kadınlar için terk
etmesi korkusuna kapılışını dinlerim. Bu endişe çoğunlukla kendilerini kırılgan
hissettiklerinde ya da ifade ettikleri korkularla ilişkisi olmayan başka
meselelerden ötürü kaygı duyduklarında öne çıkar. Ne zaman nahoş duygularla
yüzleşseniz -yaşamakta olduğunuz şeyle hiçbir ilgisi olmasa bile- sinsice baş
gösterip içinizi kemiren bir korku var mı?
·
Dikkatinizi
duygudan almak için ilgisiz ayrıntılara fazlasıyla kapılıyor musunuz?
Belirli
bir meseleye odaklanmak yerine herhangi bir durumda önemsiz ayrıntılara
kendinizi kaptırarak dikkatinizi hayatınızda gerçekten bir önemi olan konudan
uzaklaştırıyor olabilirsiniz. İnce eleyip sık dokuyumak analizlere dalıp hiç
harekete geçmemenize yol açarak sizi felce uğratabilir. Bu zaman zaman
düştüğünüz dikkat dağıtıcı bir tuzak mı?
·
Yaşadığınız
andaki duygusal deneyiminizden uzaklaşmak için geçmiş ya da geleceğe
odaklanmaya başvuruyor musunuz?
Bazıları olayları durmadan kafalarında evirip çevirerek geçmişte yaşar; bazıları yaşamakta olduklarından uzaklaşmak için beklentilere ve gelecekte yaşamaya sığınır, kimileri de duygusal rahatsızlıkla baş etmek için planlama ve organizasyona başvurur. Tracie gelecekte yaşayabileceği hayal kırıklıklarına hazırlanmak, bunların üstesinden gelebilmek için kafasında sayısız senaryo üretiyordu; sonuç, kırılganlığına açıklıktan, dolayısıyla incinebileceğinin kabulünden yoksun, artan bir kaygı idi. Siz hiç olayların mevcut gerçekliğinden kaçınmak için bunların geçmişi ya da geleceğinde yaşamaya kalkıştınız mı?
6 Haziran 2022 Pazartesi
90 SANİYE, BAŞVURDUĞUMUZ DİKKAT DAĞITICILAR
Aşağıdaki yaygın dikkat dağıtıcı tekniklerden sizin için geçerli olanları işaretleyin. Bir adım daha atmak isterseniz uzaklaşmak istediğinizin ne olduğunu anlayıp anlamadığınıza bir bakın. Çoğunlukla sekiz zor duygunun biri ya da birkaçından veya nahoş bir düşünce ya da gözlemden kaçınmaya çalışırız. Zaman ayırıp içinizde aslında neler olduğunu kağıda dökün.
·
Sekiz
duygudan biri ya da birkaçından kopmak, dikkatinizi başka tarafa çevirmek veya
bunlara kapınızı kapamak için başvurduğunuz aktiviteler var mı?
Çalışma,
uyku ve egzersiz yaygın dikkat dağıtıcılardır. Bu amaçla kullanıyorsanız
bunların hangilerine başvuruyorsunuz?
· Oyalanmak
için teknolojiden, ekranlar, oyunlar ya da elektronik aletlerden yararlanıyor
musunuz?
Duygularımızdan
ve duygusal çatışmalardan uzaklaşmak üzere dikkatimiz oyunlar, internet sörfü,
ikide bir elimizdeki elektronik aletlere bakma ile kolayca dağılabilir ve
bunlarda kendimizi kaybedebiliriz.
·
Duygusal
acıya karşı kendinizi kapamak ya da bundan kopmak için başvurduğunuz bağımlılık
yaratan ya da zorlanımlı davranışlar var mı?
Örnekler
arasında kompülsif ya da duygusal veya aşırı yeme, aç kalma; aşırı egzersiz;
alkol, uyuşturucu, ilaç ya da streroid kullanımı; zorlanımlı alışveriş ya da
istifçilik sayılabilir. Hangi davranışlara eğilimli olduğunuzu sıralayın.
·
Nahoş
hislerden uzaklaşmak için bedeninize ya da bedensel şikayetlere fazlasıyla
odaklanıyor musunuz?
Duygusal
olarak nahoş olanla uğraşmak yerine bedeninize odaklanmak, bedensel şikayetleri
dile getirmek çoğunlukla çok daha kolay ve daha kabul edilebilirdir. Bazen
duygusal olarak neler olup bittiğini anlamak için bedensel meselelerinizden
mecazi olarak yararlanabilirsiniz. Sözgelimi sırt ağrısında “yüklendiğiniz”
veya fazlasıyla taşıdığınız nedir? Cilt tahrişlerinde sizi “huylandıran,” adı
konmamış, dile getirilmemiş ne olabilir? Gerçekte duygusal meseleler söz
konusuyken bedensel olanlardan şikayet ediyor musunuz?
·
Acı veren
duygulardan uzaklaşmak için bilinen savunma mekanizmalarına başvuruyor musunuz?
Kişinin
sıkça bu tür inkar, espri, düşünselleştirme (intellectualization),
rasyonalizasyon ya da yer değiştirme gibi savunmalara başvurması yaygındır. Siz
bunlardan biri ya da birkaçına sığınıyor musunuz? Hangilerine?
·
Duyguları
dönüştürüyor musunuz?
Bu
durumda dayanması sizin için en zor duyguları alır, bunları başka hisler
olarak ifade edersiniz. Bir genelleme gibi görünse de erkekler çoğunlukla
üzüntü, hayal kırıklığı ya da kırılganlık gibi “daha yumuşak” duygularda
bocalar ve bunları öfke, engellenmişlik, baskı, stres, asabiyet, hiddet olarak dışa
vurur. Kadınlar çoğunlukla öfke, engellenmişlik gibi “daha sert” duygularda
bocalar ve bunları incinme, hayal kırıklığı, üzüntü ya da ağlamaklılık olarak
dışa vurur. Eğer yapıyorsanız siz hangi duyguları dönüştürüyorsunuz?
·
Önceden
tanımlanmış (default) bir duyguya yaslanıyor musunuz?
Dışa
vurmakta zorluk çektiğiniz ya da bunların sizin için ne anlama geldiğine
bakmadan bütün nahoş duygularınızı ifade etmede kullandığınız bir duygu var mı?
Bu çoğu duruma tepkinizin aynı şekilde -sözgelimi üzüntüyle- ortaya çıkması
demek olabilir. Bazıları için bütün tepkiler bunun yanında başka duygular olsa
da hep öfke olarak görünür. Kişi sürekli olarak tek bir duygunun dışa
vurulmasına geçit veriyorsa diğer zor duyguları, özellikle de ifade edilenin
karşı ucunda yer alanları yaşamada ve dışa vurmada büyük olasılıkla güçlük
çekiyor olabilir. Yaslandığınız önceden tanımlı bir duygu var mı? Hangisi?
·
Duyguların
öfke, üzüntü, hayal kırıklığı ya da diğer nahoş duygular yerine sadece kaygı
olarak mı yaşanmasına izin veriyorsunuz?
Kaygı
duyuyor musunuz? Kendinize karşı gerçekten dürüst olursanız kaygınızın aslında
diğer nahoş duyguları maskelediğini fark edebilirsiniz. Tecrübeme göre, özellikle
de rahatsız edici duygu başka birine yönelikse ve ifade edilmesi daha da büyük
bir rahatsızlığa yol açma potansiyeli taşıyorsa kaygı duymak başka bir nahoş
duyguyu hissetmekten daha kolay görünür. Yaşadığınız asıl duyguyu anında
hissedebilmek gerçekten özgürleştiricidir. Çokça kaygılıysanız başka nahoş
duyguları örtüyor olabilir misiniz? Eğer öyleyse sekiz duygudan hangisini
maskeliyorsunuz?
·
Yaşadığınız
çoğu şeyi sorguluyor ya da kuşku duyuyor musunuz? Bunun ardından sorularınızı
sorgulamak gibi sonu gelmez bir döngüye kapıldığınız oluyor mu?
Bu
yaklaşım sizi duygusal olarak felç edebilir ve kendinizi ifade etmenizi ya da
hedeflerinize ulaşmak için harekete geçmeyi kısıtlayabilir. Sürekli
sorgulamak ve kuşku felç edici, toksiktir ve dikkati kırılganlık hissetmekten
başka tarafa çevirir. Yakın bir geçmişte kapıldığınız birkaç sorgulama
döngüsünü ya da sizi hâlâ bunaltan başlıca kuşkuları sıralayın. Şüphelerinizden
birini seçip buna yol açan duygular hakkında yazın.
·
Dikkatinizi
duygudan almak için akıl yürütmeye başvuruyor musunuz?
Sorgulama
ve kuşku gibi bir şeyin neden yaşandığına dair açıklamalar ve hikayeler
yaratmak sizi çoğunlukla olanlara gerçek tepkinizden uzaklaştırır. Bir şeyi
kabul etmek yerine akıl yürütmeye, rasyonalizasyona veya bir evveliyat hikayesi
uydurma gibi şeylere girişiyor musunuz? Evetse rasyonalizasyon veya evveliyat
yaratma ne şekilde işinize yarıyor?
·
Kafa
karışıklığı ya da kararsızlık yaşıyor musunuz?
Kararsızlık
ya da kafa karışıklığı iddiası karar vermekten uzak durma yollarıdır. Özellikle
de bu kararı vermek yanlış yaptığınıza inanmanıza ya da kararınızın
beklediğiniz sonuçları vermemesinden hayal kırıklığı veya mahcubiyet duymanıza
yol açabilecekse. Kafa karışıklığı ve kararsızlık dikkat dağıtıcılardır. Kafa
karışıklığı ya da kararsızlık yaşadığınız için ertelediğiniz kararlar varsa
kağıda dökün.
5 Haziran 2022 Pazar
DOKSAN SANİYE
Kitap kitaba açıldı, psikolog Joan Rosenberg’in 90 Saniye (90 Seconds) kitabına vardım. İlgiyle okuyorum.
Konu, zor duygularla
ilişkilerimiz. Rosenberg otuz yıla yaklaşan meslek hayatında en yaygın olarak
ayağımıza dolandığını gördüğü sekiz nahoş duyguyla ne yaptığımızı ele alıyor.
Bunlar:
Üzüntü
Utanç
Çaresizlik
Öfke
Mahcubiyet
Hayal kırıklığı
Engellenme/Früstrasyon
Kırılganlık
Dikkati kendimizden
uzaklaştıran madde ve davranış bağımlılıkları zor duygulardan kaçınma
stratejileri olarak yerleşiyor.
Duyguların bedenimizde
izdüşümleri, fiziksel olarak hissettirdikleri var; kaslarda bir kasılma,
midenin kalkması, boğazda düğümlenme, kalp bölgesinde yangı, iç ezikliği,
boğuntu, daralma.. Rosenberg duygulardan temelde bu nahoş hisler yüzünden
kaçınmaya yöneldiğimizi söylüyor.
Oysa kişiden kişiye,
durumdan duruma değişen bu nahoş hisler fizyolojik olarak tepe noktası en fazla
90 saniye süren (beden için sistemlere yüklenme demek olan bu hal daha fazla
sürdürülebilir değil) bu hislerle kalmayı, belirip yükseldikten sonra alçalışa
geçip kaybolmalarını dalga sörfü yapar gibi yaşamayı öğrenebiliriz. Sonu gelsin
istersen içinden geçip tünelin öbür ucuna çıkmalısın.
Zor bir duygunun çok daha
uzun sürer gibi gelmesinin nedeni yaşayıp tüketmek yerine yüzleşmekten kaçınmamız
diyor Rosenberg. Durup yaşamak yerine hikayelerini yazıp bunları kafamızda
tekrar ettikçe eşlik eden bedensel hisleri de yeniden yeniden kışkırttığımızı
söylüyor.
Kitabı yayıncıya önerdim.
Bu dönemde yapılır mı, kuşkulu. Yer yer polisiyeleri andıran çeşitli kaçınma
stratejilerimizi ele aldığı bölümü ben yine de çevirdim. Birkaç gün boyunca
paylaşacağım.
Kaçındığımız,
ertelediğimiz, yok bildiğimiz şeyler ortadan kalkmıyor, kurtları üzerine cila
çekilen tahta misali içten içe işleyip bedeni, ruhu kemiriyor. Bir başka
atlatma mekanizması olarak kılık değiştiriyor (kırılganlığın endişeye,
endişenin uyumsuz korkuya dönüşmesi vd). Kaçınmanın astarı yüzünden çok daha
pahalı. İşte onun için kayda değer bir kitap 90 Saniye.
1 Haziran 2022 Çarşamba
KARINCALAR SÖYLEDİ BEN DİNLEDİM
Mutfak tezgahının 37 yıllık beyaz fayanslarında karıncalar. Yüzeyi temiz bırakmak, zeytinyağı gibi cazip gıdayı da su dolu hendekler içinde tutmak dışında ilişmiyor, savaşmıyorum. Yemek pişerken kokulardan tahrik olmuş, artık nerelerdense çıkıp geliyorlar. Kol kol bir kalabalık ve hareket oluşuyor.
Shantideva yeniden elimde.
Karıncaları onun ışığında seyrediyorum. Uyaran, uyarana gelenler ve olanlar.
Kurcalamayan bir göze başlı başına bir olgu gibi görünen durumları, kişiler ve
onların etrafında yaşanan olayları tencerenin başında bana karıncalar örnekliyor.
Buda, hiçbir şeyin
kendiyle başlayıp biten bir varlığı olmadığını, ayrı, koşullardan bağımsız bir
özü bulunmadığını, başlı başına olarak algıladığımız her şeyin aslında sürekli
değişen koşulların birbirlerini zaman ve mekan içinde belirleyerek oluşturduğu
akışlardan ibaret olduğunu deneyimlemiş ve bulmuş. (Budizm’in en yanlış
anlaşılan, anlaşılmayan hiçlik kavramı bundan başka bir şey değil: Başlı başına
bir özü olan hiçbir şey yoktur -dependent arising. Budizm’de aydınlanma
da zihin dahil her şeyin gerçek doğasına entelektüel değil, ilk elden uyanmak
ve bizi esir alan, hasta eden bu en büyük yanılsamadan böylece özgürleşmek.)
Öfkelerimiz, tutkularımız,
korkularımız. Dört elle sarıldıklarımız ve kaçacak yer aradıklarımız. Kaya gibi
sağlam, sabit, gerçek görünen sen-ben-o ayrımımız. Buna bina edilen umutlar ve
umutsuzluk.
O sabit öz kavramı.
Gerçekte olan ise atom
altı -ve kim bilir onun da ne kadar altları- derken moleküler, fizyolojik,
biyolojik, kimyasal, fiziksel, giderek kuşaklar arası, coğrafi, küresel, kültürel
ve tarihsel düzlemlerde kesintisiz akışların geçici tezahürleri. Göreli
gerçekliğimizde bunlara adlar veriyor, sıfatlar takıyor, cazip, tehlikeli, fark
etmez sınıflarına ayırıyor, karşılarında ittifaklar ve muhalefetler oluşturuyor
gidiyoruz.
Tüm bu sabitlik algısı
yerini birbiriyle belirlenen kesintisiz akışın idrakine bıraktığında neler
nasıl değişirdi?
Karıncalarda müthiş bir
yoğunlaşma, hareket. Sonra tezgahı sildiğimde hepsi hiç olmamış gibi dağılıp
gidiyor.
*
Dün doğum günüydü.
Alzheimer’in aramızdan çok erken aldığı bir arkadaşımızın karısını aradım. Sevgili
arkadaşımızın artık iyice çocuklaştığını, hastalığın kortekste yerleşmesiyle
konuşma zorluklarının da başladığını anlattı.
Yakınlarını tanıyıp
tanımadığı anlaşılmıyormuş. Tanıdığımız adam değildi artık.
Bir özü var idiyse ne
olmuştu ona?
Yoksa şartlar bir
süreliğine tanıyıp sevdiğimiz, hayatlarımıza dahil olmuş bir kişi halini almış
da sonra tezgahı silinen karıncalar misali dağılıp nihayet ortadan kalkmaya
doğru yerini başka bileşimlere mi bırakıyordu?
Karıncaların söylediğini
zihinsel bir yitişin özetlenişi tekrarladı.