Sünger peteklerle yalıtılıp stüdyoya dönüştürülmüş küçük
odanın içime çektiğim sünger kokulu havasını üflediğimde flütüm sanki ufalmıştı.
Sesi bozmadan biraz daha artırmayı denediysem de sonuç değişmedi.
Duvarlar burnumun dibine gelmiş gibi bir daralma.
Grileşme, ruhsuzlaşma.
Yankısızlığın etkisini o zaman anladım.
Sadece nefesimi değil, ona sevgiyle kendince bir ruh üflediğimde
yanlış vurguların, teknik eksiğin bile öldürmediği tatlılığı, düşleri, hayalleri
uçup gitti.
Meğer alışılmış ortamlarda, doğada küçük flütümü böyle
hoş bir yoldaş yapan yankısıymış. Renkten renge giren, uzayıp kısalan, başka
yankılarla oynaşan aksi.
Tesisat borusuna üflemekten farksızdı böyle.
“Ama dinlemiyorsunuz” dedi hocam. “Şurada hızlanıyor,
hemen ardından frene basıyoruz, tersini yapıyorsunuz.”
Sünger duvarlar flütün ruhuyla birlikte kendiminkinin
yaşsız gençliğini de kapıp koparmış gibiydi. Kibarlığından bir şey kaybetmeyen
genç adamı birden torunum olacak yaşta hissettim. Kısalmış, güdükleşmiş,
yaşlanmış, elimden geleni yaptım.
“Sayıyoruz. Bir, iki, üç, tam dört ölçü boyunca uzuyor bu
nota, değil mi? Neden kısa kesiyorsunuz?”
Tamam, kısa kesmek kötü bir alışkanlığım ama bu sefer benden
değil, yankı koparan bu odadan oluyor.
Omuzlarım düşmüş, “Nota diyeceğini dedi işte, lafı
uzatmasından sıkılıyorum da” dedim.
Sadece ritim değil de, duygu, müzikalite üzerine de ufak
tüyolar verse?
“İşte orada işin içine yetenek giriyor” dedi, eklemediği “o
da sizde yok” kısmını da ben işittim.
Tezahürü kurtarmak için “Tabii önce teknik sorunları
halletmek gerek” dedim ve tümünü sadece bu soğuk, katı, gri gerçek ardından
gördüm. Evet, diye karşılık verdi, “Oraya da yolumuz çok uzun.”
Omuzlarım biraz daha düşmüş, teşekkür edip dışarı,
sağanağa çıktım.
Yalıtılan yankı olmakla kalmadı belki, yanılsamayı da mı götürdü?
Kulağım birden açıldı, camlara hücum eden yağmurun gür
sesini kana kana içime çektim. Su, hareket, silecekler görüntüyü kırıyor,
çarpıtıyor, yayıyor, katmanlandırıyordu. Tünelde, köprü altlarında kıyamet
kesintiye uğruyor, her şey bir anlığına normale dönüyordu. (Çılgınca bir
tempoda 32’lik bir sus gibi diye geçti aklımdan.) Hayranlıkla içime çektim. Ne
dans!
Silecekler yağışa yetişmeye çalışırken yan koltukta küçük
flüt, güneş sarısı kılıfıyla notaların heybesinden sıyrıldı.
Yok, hayır. Yanılsama dediğin gönül vermek senin diye
toparladım. Öyle bir verirsin ki isterse safi kusur olsun, güzelleşir,
saflaşır. Anne ile sakat çocuğu, insan ile yaralı hayvan arasındaki alışveriş
gibi. Nasılsa öyle ama ne kadar doğrudan, derin, ikisi arasında gidip gelen
yankı ile uçsuz bucaksız.
Boş ver, dedim uzanıp kılıfının pembe kurdelesine
dokunarak, biz iyiyiz böyle, ideal dünyaların neresinde olursak olalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder