Ayrılığımızın beşinci yılı, İstanbul’a giderek yurdum,
yuvam yerine turist duygusuyla uğruyorum.
Aradan aylar geçmiş, küçük ev beni sorunsuz karşılıyor.
Onunla kaldığımız yerden kucaklaşıyor, birbirimizi sarıp sarmalıyoruz.
İstanbul’la ise işler bu kadar yalın, kolay değil. Yavaş
yavaş, azar azar değişirken doğan kuşkuları yakınlığın, aşkın sıcağında
erittiğin, başkalaşımın ancak araya mesafe girdiğinde vurucu olduğu bir sevgili
gibi o. Sen bu kadar hoyrat mıydın? Savruk, kaba? Çirkin? Nerede kaldı şeytan tüyün?
İnsanı baştan çıkaran cilven? Ruhunun dipsiz derinliği, katman katman
zenginliği, renkleri? Ya benim, senin içinde dalga dalga yayıldığını
hissettiğim yankım, yansımalarım?
Yoksa sen ne idiysen o iken ben mi seni kılıktan kılığa
sokuyorum?
Üç ay sonra Taksim. AKM’nin cephesi yıkılmaya başlamış.
Heykelin ve çiçekçilerin arkasında yükselen caminin kubbesi örülüyor.
Senin tektipleşmen kadar grileştirici bir şey daha varsa,
buna adını böyle koyup hep aynı çaresiz öfke ve hüsran karışımıyla tepki duymak
İstanbul.
Büyük şehir daralırken küçük ev genişliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder