Tepkiselliğimin alıp yürüdüğü, beni, kurdeşeni nişan
alınıp sivri sivri çakıllarla da isabet ettirilen bir ite çevirdiği son seferde
yeni bir sahne yaşadım.
Ağzımı açıp bir adım da öne atmışken susup geri çekildim.
Paslı bekaret kemerinden zayıflayarak sıyrılan Ortaçağ kadını misali, itişiyle
hareket etmediğim tepkiden kurtuldum. Düşüverdiği ayak bileklerim etrafında ona
baktım ve “Savunma” dedim.
Özene bezene inşa ettiğim kimliğe yönelik bir tehdit
algıladığımda gergin yayının ucundaki boks eldiveni, yuvasından bir anda
fırlıyor.
O an sadece ben
varım. Benim istediğim ve hak
ettiğime en ufak kuşku duymadığım şekilde görülmek, takdir edilmek, benim
yaptıklarım, benim ettiklerim, benim içinde olduğum hal. Ben, ben ve tekrar
ben. Ben, görüşümde hakkaniyetli olmayabilirim. (Bu halde zaten nasıl
olabilirim?!) Ama karşımdaki, sanki insan olarak pek farklı bir malzemedenmişiz
gibi, serinkanlılığını, ölçü duygusunu korumalı, kendini kaybetmemeli. Beni
açıklıkla işitmeli, görmeli, değerlendirmeli. Ya ben onu?
O mu? Kim ki bu? Ortada benden başka biri mi var?
Tümünün arkasında bir kimlik inşasının savunulması,
ayakta tutulması. Onun saldırıya uğraması (ya da bana daralan algım, idrakim
içinde sadece öyle gelmesi), bu kimlikle, imajla kendimi bir tuttuğum, bu benim dediğim için haliyle bir ölüm
kalım meselesine dönüyor.
Kimliğin nelerden inşa edildiğine bakıyorum. En
basmakalıbı, ilkelinden en inceliklisine, malzemenin kalitesi, parıltısı
değişse de o acınası derilip çatılma biçimi (mimari demeye dilim varmıyor)
aynı.
Tepkisellik, daha işlenmemiş organizmalarda cinnet sonucu
cinayete varabilirken inceltilmiş bünyelerde kanı ruha akan katliamlarla
kalabiliyor.
Peki, iki elimi yanıma sarkıtıp ne hayatıma ne de aslında
bana yönelen şeylerde savunmaya hiç girişmesem? Bana bu şekilde kim ne
yapabilir? Sahibine sadakatle postacısından kediye, komşudan naylon torbaya
önüne gelene havlayan köpek örneği, bir hayali, imgeyi, kimliği, cansiperane
müdafaa etmek, yani kendime daralmak yerine karşımdakine genişlesem? Dikkatle
ve onun ödümü koparan, aklımı yerinden oynatan tepkisiyle hiç ilişkilenmeden?
Muhatabımı kendisine havale ederek, kendi değirmenlerini savunmaya bırakarak?
Galiba ancak o zaman tepkiselliğim muhataplarının tepkilerinden
özgürleşiyor. Gözümün önünde daralıp kendinden ibaret ufacık kalan geçici
çılgını da, makul çıkışını hazmetmekte zorlandığım birini ve bu ikisi arasındaki
bütün bir yelpazedekileri de ne iseler o olmaya bırakabiliyorum.
O halde bıçak kemiğe dayanmadan başlayarak akla işlemeli:
Savun-ma.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder