Bir çizim aldı beni nerelere götürdü.
Daniel Barber. Deniz
Etüdü (Çalkantı), 2018. Kağıt üzerine karakalem
(101,6 x 55,9 cm)
Şahlanan dalga. Baktım. Baktıkça dalganın kudurgan gücü beni
girdabına, ardından derinliklerine çekti. Ertesi sabah aklımda Aldous Huxley’den
bir roman başlığı, *Derinliklerin Huzuru
ile uyandım.
Yüzeyin kargaşası ile derinlerdeki dinginlik.
Söyleyecekleri kadar sessizliğiyle de en yüklü zıtlıklardan biri bu derken, sanatçıyla
yazılı sohbetimiz bizi Huxley’den denemelerine, bunlardan da özellikle birine, Sonrası Sessizlik’e (The Rest is Silence) götürdü.
Hamlet’in son sözlerini başlık eden bu deneme, sessizliğin
gücüne gözümü kulağımı açmış, beni derinden etkilemiş gözdelerim arasına girmişti.
On yıllar sonra başka bir alıcılık, hasretle yeniden
okudum.
Bu çalkantı, gürültü kıyamet zamanında daha başka kimin
işine yarar, bir şeyler fısıldar, kim bilir diye de çevirdim.
Buyurun.
SONRASI
SESSİZLİK – ALDOUS HUXLEY
Katıksız hissedişten güzellik sezgisine, haz ve acıdan
mistik esrime ve ölüme, temel olan, insan ruhu için en derinden anlam taşıyan
her şey yalnızca yaşanabilir, ifade edilemez. Sonrası her daim ve her yerde
sessizliktir.
Sessizlikten sonra dile getirilemezi ifade etmeye en
fazla yaklaşan müziktir. (Bütün iyi müziklerin ayrılmaz bir parçasının
sessizlik olması anlamlı. Beethoven ya da Mozart’ınkiyle kıyaslandığında
Wagner’in kesintisizce çağıldayan müziği sessizlikten yana pek fukaradır. Diğerleri
yanında çok daha önemsiz olmasının bir nedeni de belki budur. Daha az şey
“söyler” çünkü durmadan konuşmaktadır.)
Başka bir biçimde, farklı bir varlık düzleminde müzik,
insanın kimi en anlamlı ve en dile gelmez deneyimlerinin dengidir. Gizemli bir
benzeşim ile dinleyicinin zihninde kimi zaman bu deneyimlerin hayaletini, kimi
zaman da olanca güçleriyle yaşantıların kendilerini canlandırır. Bu bir
yoğunluk meselesidir. Hayalet sönük iken gerçeklik yakın ve yakıcıdır. Müzik
iki şekilde de canlandırabilir; nasıl olacağı tesadüfe ya da kadere kalmıştır.
Yüreğin bu gelgitleri bilinen bir yasaya bağlı değildir. Müziğin kendine has
bir diğer özelliği, bu şekilde hatırlanan özgün yaşantılar ne kadar anlaşılmaz
ve bir biçimde karmaşık olursa olsun deneyimleri mükemmel bütünlükler (her bir
dinleyicinin belirli bir tecrübeyi yaşama kapasitesine göre mükemmel ve bütün)
bir halde canlandırma gücüdür (bu gücü de bir noktaya kadar bütün diğer
sanatlarla paylaşır). Sanatçıya, hele müzisyene “oldum olası hissettiğimiz ama
hiçbir zaman dile getiremediklerimizi açık seçik ifade ettiği” için şükran
duyarız. İfade gücü yüksek bir müzik dinlerken yaşadığımız elbette sanatçının
deneyimi değildir (armut ağacı elma vermez; o bizim ötemizdedir). Fakat
doğamızın elverdiğinin en iyisini; müziği dinlemezden önce deneyimlediğimizin
daha iyi ve daha bütünlüklüsünü yaşarız.
Müziğin dile getirilemezi ifade gücü söz sanatçılarının
en büyüğü tarafından bilinmiştir. Othello
ile Kış Masalı’nı kaleme alan adam,
sözcüklerin ifade edebileceği ne varsa dile getirme yetisine sahipti. Ama yine
de (burada Wilson Knight’ın son derece ilginç bir denemesine teşekkür
borçluyum) ne vakit gizemli bir heyecan veya sezginin iletilmesi gerekse
Shakespeare bunu müziğe havale ederdi. Kendi naçizane tiyatro yapımı deneyimim,
bana iyi seçilmesi halinde müziğin beklentiyi asla boşa çıkarmadığını gösterdi.
Ses
Sese Karşı romanımdan uyarlanan oyunun son perdesinde Beethoven’un
La minör dörtlüsünün ağır bölümünden seçmeler dramanın bir parçasını
oluşturmakta. Ne piyes ne de müzik bana ait olduğundan oyun sırasında icra edilen
Heilige Dankgesang’ın (Kutsal Şükran) en azından benim zihnimde
olağanüstü olduğunu rahatça söyleyebilirim.
“Yeterince yerimiz ve zamanımız olaydı..” Fakat bu ikisi
tam da tiyatronun bize veremeyecekleridir. Kısaltılmış oyunda, romanda ahenge
doğru işlenmiş, hiç değilse işlenme amacı güdülmüş "ses" ve “karşılıklarının”
atlanması gerekmişti. Oyun bir bütün olarak tuhaf bir şekilde katı ve kabaydı.
Bu neredeyse kaskatı alemde bir anda patlarcasına beliren Heilige Dankgesang adeta doğaüstü bir şeyin tezahürüydü. Sanki
korkunç, yine de güven veren, kavranamaz bir huzurla gizemli bir şekilde
sarmalanmış ilahi güzellikte bir tanrı yeryüzüne inmişti.
Romanım Eyüp Kitabı, onu sahneye uyarlayan Campbell Dixon
da Macbeth’in yazarı olabilirdi;
yeteneğimiz ne olursa olsun, ne kadar emek verirsek verelim, o üç dört
dakikalık kemanın duyarlı bir dinleyicinin önüne her nasılsa öylesine ışıl ışıl
bir berraklıkla serdiğini sözcükler ya da oyunculukla ifade edebilmemizin
hiçbir yolu olamazdı.
Sıra dile getirilemezin ifadesine geldiğinde Shakespeare
kalemini bir yana bırakıp müziği yardıma çağırıyordu. Ya müzik de yetmez
olursa? İşte o vakit de her daim başvurulacak sessizlik var. Çünkü her zaman,
her zaman ve her yerde, sonrası sessizlik.
__________
*La Paix des
Profondeurs, Eyeless in Gaza’nın
Fransızca’ya çevirisi