Tatlı bir gün. Yürüyüş havası. Kimsesiz, masmavi.
Kahvenin önündeki açıklıktan geçiyordum, ıslana kuruya
rüzgarla savrulmuş gazete yapraklarına gözüm takıldı. Kancası bilincimi
altlarından yakaladı. Ardından zokayı yuttum. Birkaç adım atmışken birden durup
geri döndüm, sayfalardan sonuncusunun başında durdum. Anlamı bir anda vurur, dalga
dalga açılır, sözcüklere dökülür hale gelirken baktım.
Bin lafa bedel bir resim.
Zamanlar (gidenin ölüm vaktiyle şimdi), mekanlar uç uca
geldi.
Acısının düştüğü yeri yakmış, sonra yavaşça kanıksanıp dinen ateşi ile bunun hiçbir şey ifade etmediği yabancılardaki kayıtsızlık. Fırtına gibi estiğinde de, varlığı hiç hissedilmediğinde de akıbetin ortaklığı: Fanilik.
Acısının düştüğü yeri yakmış, sonra yavaşça kanıksanıp dinen ateşi ile bunun hiçbir şey ifade etmediği yabancılardaki kayıtsızlık. Fırtına gibi estiğinde de, varlığı hiç hissedilmediğinde de akıbetin ortaklığı: Fanilik.
Kendimizi, yakınlarımızı merkezi bildiğimiz evrenin daha böyle
sonsuz merkezliliği. Aynı hesaba gelen önem ve önemsizlik, anlam ve anlamsızlık.
Kavrulmuş kağıtta siyah beyaz eski bir haber ile renkleri
dipdiri, capcanlı bu gün.
..
gördü ve aydınlandı diye bitecek bir Budist meseli olabilir şiddette
bir idrakti.
Fotografını çektim ve yola devam ettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder