Fazla gitmemiştim ki, işin suyunu çıkaran
günübirlikçilerin sahilin ortasında taşlarla çevirip ateş yaktıkları yerde bu
kez şişe kırıkları dikkatimi çekti. Parçalı şeylerin üzerimde karşı durulmaz
bir çekimi var. Görünümü, bütünü bölen, kıran, yeni, ucu açık cümleler,
imgeler, simgeler oluşturan parçalanmışlıklar..
Ufak bir –herhalde- viski şişesi, kim bilir hangi ayyaşın
heyheylenmesiyle boynundan tutulduğu gibi ateş yerini çevreleyen taşlara
çalınarak parçalanmış. Fazla değil; camın kalınlığı tuzla buz olmasını
engellemiş. Yandan gelen sabah güneşi, camdan süzülüşü, çeşitlenen renkler, taş
ve camın yanak yanaklığı.. Ahh!
Hiç çiğnemediğim bir kuralım var: Fotograf nesnene
dokunmayacaksın! Yani ellemeyeceksin. Dilediğince dokunacağın, müdahale
edebileceğin şey, senin ona yaklaşımın. Bakış açısı, ışık, perspektif,
çerçeveleme ve tabii kamera ayarları ile bir noktaya kadar çekim sonrası
işleme. Bu kuralla gözettiğim düşünce galiba şu: Tabağındakinden, elindeki,
önündekinden en iyiyi çıkar. Varolanı kendi istediğime göre değiştirmek yerine
(bu yalnızca zorlama, hatta zorbaca gelmiyor; kendi isteğim demek, bildiğimden şaşmamak demek, bu da beni
bildiğimden daha öteye götürmez, kendimle kısıtlar) onu algılayışımla oynamak.
Böylece mevcuttan yola çıkan bir arayışa dalmak. Bunda rastlantıya (nesneyi
rastlantısal bir halde buluyorum) epey bir yer açma da var ki
beklenmediklikler, tasarlanmamış sonuçlar, keşifler için çok bereketli bir
alan.
Fare kıstırmış kedi gibi başladım kırık şişenin çevresinde
dört dönmeye ve de hikayeler görmeye. Oynadım, oynadım. Bakışımı kaldırıp
Korsan koyundan yola çıkan keçi sürüsünü seyrettim, Yörük kadının keçileri
güderken attığı vahşi çığlıkları dinledim –opera yazsam bunları eklemenin bir
yolunu arardım -palto dikilecek ne güzel bir düğme. Sonra devam ettim.
Tamam, bu! dedirten resmi yürüyüş dönüşü aynı yerden
geçerken yakaladığımı bilgisayar başında çektiklerime bakarken gördüm. Fikir,
duygu, yatağı, yürüyüş sırasında, aklım onda değilken olgunlaşmış. Sık
yaşadığım bir şey. Tohumu at (bunu içini hoş bir ateş gibi yakan heyecanın
parlayıverişinden anlarsın), aklını üzerinden çek, bırak bilincinin altında
usul ateşte pişsin..
Esin ve heyecan veren şeylerde benzer bir işleyiş de onu
sonradan dile dökmeye kadarki gidişte. Önce güçlü bir uyarım geliyor (ayağının
dibindeki gazete yaprağında bir ölüm ilanı, kırık bir viski şişesi). Bir
yırtıcının av kokusu alması. Onunla ilişki kuruyorum (sadece izliyor ya da
fotografını çekiyorum). Şölen! Buna nasıl bir anlam verdiğim, ne gibi bir bağlama
oturttuğum ise sonradan, başına oturup düşünür, yazar ya da fotograflar
üzerinde oynarken aşama aşama netleşiyor. Sindirim. Düşüncenin kuru, kendini
tekrarlar mekanik bir işlem olmaktan çıkıp ilhamın heyecanına banıldığı,
bilincin altı ile üstü arasında hoş bir arkadaşlık, işbirliği.
Her neyse. Şişenin ayyaşın hoyrat elinde son bulmuş
görünen serüveni, bir sabah yürüyüşünde canlanıp biraz daha sürdü, bana da
güzel bir vakit geçirtti.
Son kare. Aklıma birçok başlık geldi, yaklaşım, ilişki. Bir kobra gördüm,
başı hâlâ yılanken gövdesi gotik bir fanteziye ayrılmış. Ezik bir mitolojik
figür. Tanrının kulak vermediği bir yakarış.. Derken Sisyphos’u gördüm (taş ve cam) ve
oturdu!
Çökkün Sisyphos dedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder