Mamalardanmış. Sarı kedi ilk doğumundan olma oğlanı hâlâ
emzirirken yeniden hamile kaldı. Veterinere göre, işin kolayına kaçarak veya tam
beslensin diye dayadığımız hazır mamalar, normalde yılda iki kez doğuran kedileri
her ay yumurtlar hale getirmiş. Sen yaparsın, bünyen kuvvetli olarak tercüme
edilen bir şişirilmişlik.
Yiyeceğini koruyamıyor, zorbalığa pabuç bırakıyor
demiştik. Bu (nereden baktığınıza ve insanca nitelikler yakıştırıp
yakıştırmamanıza bağlı olarak) bilgece, aşmış ya da zayıf hali içimize
dokunduğundan onu korumamıza almıştık geçen yıl. Sonuçlarını kestirememişiz.
Nereden bilelim?
İlk oğlu, Cornelius, çok hareketli bir yavru, cevval bir
ergen oldu. Anası şimdi bir de hamile, artık onu kovar ki yenilere yer açılsın
diye bekledik. Bir iki hırladı, araları gerildi ama –babamın taktığı ad ile-
Oğlan peşini bırakmadı. Ananın zaten varla yok arası direnme, kendini öne alma
gücü tükendi. Üç yeni yavru doğurduğunda artık kendi cüssesini geçmiş, güçlü
kuvvetli, toraman Cornelius onlara katıldı!
Anası, başka yerde doğurduğu yavruları 3-4 haftalıkken bize
taşıdı –ne biçimsiz, ham taslaklardı. Yeteneksiz bir resim öğrencisinin kötü
geçen ilk asit tribinde, aklı kedi, fare ve perdeayaklılar arasında gide gele
çiziktireceği türden. Terastaki çiçekliğe yerleştirdi.
Ne yapmıştık biz böyle? Doğanın eleyeceği bir davranışı
koruduk korumasına da nasıl ve neleri değiştirerek? 6-7 ay bak, bırak, kalırsa
gelecek sezon devam et. Ne kalpsizsin, al götür işte Ankara’ya, babana da
yoldaş, eğlence olur diyen oldu. Kendimi ve bitmeye bırakamayacağım ilişkiye
girmeyeceğimi bilmesem, iyi niyetle egoistlik arasındaki sınırı bulanık bir
tavırla kediyi doğal ortamından koparır, götürüp şehir evine tıkardım. Belki.
İyilik mi etmiş olurdum? İnsanlar aleminde hapis ama
güvenli, uzun, uzatılan bir ömür. Bu mu olurdu iyilik? Şu özgür hareket
alanından, elementlerle, türdeşleriyle iç içe, zorlu ama doğal yaşamından
koparmak mıydı iyilik?
Hadi götürmüyorsun, bari kısırlaştır, yazık hayvana diyen
oldu. Onu da yaptırmadım. İçerde durmazdı, dışarı salamazdım. Kritik dönemde
başına iş gelmesini göze alamadım.
Masumluğu, güzelliğiyle yüreğimize girdi. Sevgi miydi
şimdi bu? Yoksa bu duygunun hoş tadını verecek uygun bir nesne mi bulmuştuk?
Bir bulanık sınır daha.
İlk yağmurda babam çiçekliğin üzerine bir tahta çatı
yaptı ama toprak ıslandı tabii. Yavruları karşı evin altındaki boş alana
götürdüm, oradaki bir meyve kasasına koydum. Hava açınca anaları geri getirdi.
En acarları, durduğu yerden kaçan, gezeni eksilmişti. Bir şey hissetmedim.
Giderek güzelleşen diğerlerine de. Sandıklarını getirdim, minderler, çoraplar
döşedik. Verandaya yerleştiler. Cornelius da aralarına. Hiçbir şeye karşı
çıkmayan anasının memesine yapışıp cork cork emişine küçükler adına kızdık bir
iki. Onun iki hamlede çektiği süt, üvey kardeşlerinin iki öğünü filan
olmalıydı. Çekip çıkardık sandıktan. Karışmamayı hâlâ öğrenememiş gibi. Sonra
bıraktık.
Anne geceleri gidiyor. Ya ava ya çapkınlığa ya başka bir
kapısı daha var. Yavrulara Cornelius bakıyor, onun üstünde, altında, göğsünde
uyuyorlar.
Anaları sabaha karşı yine öteberiyle dönmeye başladı. Bir
kuş, bir torba ekmek (çok komik, günah diye çöpe atılmayan, yanına torba içinde
bırakılan bu ekmeklerle bakkaldan gelir gibi).. Oğlanla ona mamalarını
veriyorum. Ardından sandığa hep birlikte yerleşiyorlar, ikisi ufak, biri
kendinden büyük üç çocuk memelere asılıyor.
Cornelius cinsel olarak aktif hale geçince ensest
ilişkileri sırasında da emmeye devam eder herhalde.
Kendi bilecekleri iş.
Benim bağım çözülüyor.
Bitmeye bırakamayacağım ilişkiye ve altından
kalkamayacağım taahhüdüne girmeyecek kadar da biliyorum kendimi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder