Hayat ile Leo’nun kulübelerine kapatılması epey zor oldu.
Bugün de aynı mücadeleyi vermemek için kapalı kaldılar. Koca evi korumak
yavruları Havil’e düştü. Beni taraçada görmesiyle mesaisine başladı. O paralana
dursun, flütümü çıkardım. Bir an şaşırır gibi olduysa da hırlayıp bağırmaya
devam etti. Bunun üzerine müziği bırakıp şansımı seslerle denedim. Tiz,
patlamalı sesler ilgisini çekti. Peslere aynı tepkiyi vermedi. İletişim kurmaya
çalıştım. Dinleyip çeşitli cevaplar denedim, bu benden, sen ne dersin diye
bahisler açtım ama Havil’in önce görev anlayışı, deneyi uzaylılarla iletişim
kurmaya çalışmak kadar sonuçsuz bıraktı.
Ev sahiplerim mi?
Bir yanda Havil, bir yanda ben, hayatlarına hayli ses
getirdik.
Masmavi, diri bir güz günü daha. Esinti güneş vuran yüzümü
yalıyor.
Havil de ben de sustuk.
Kuş sesleri, uzak havlamalar, sayfaların hışırtısı.
Sessizlik.
*
Her gün 1,5 km öteden seyrettiğim Savur’a. Rehber, işini
gücünü bırakıp gelen (“Ne demek! Eşref Abi gece yarısı arasa koşar gelirim”)
genç bir adam, Murat.
Dar sokaklar, geçitlerden kıvrılarak Savur’un kurulduğu
yamacı çıktık. Eyvanı han olarak kullanılmış Hacı Abdullah Bey konağının
kapısını çaldık. Nezihe teyze bizi içeri aldı. (Ziyaretçi kabul eden tek
konakmış.) Galoşları ayağımıza geçirip odadan odaya geçtik. Kalın taş
duvarların ha dedin mi ısınıverecek iç mekanları büyük bir aile ve ziyaretçi
kalabalığını barındırmak üzereymiş gibi sergilenmiş. Sedirler, sekiler, yer
sofraları oturulmaya, mangallar yakılmaya, sandıklar açılmaya, üzerinde yün
yorganlarıyla demir karyolalar ve beşik yatılmaya hazır. Oysa kalabalık çoktan
çekilmiş. Kazanlar kaldırılmış, durmadan yanan ocaklar yerini ufaltılarak
dönüştürülen bir mutfağa bırakmış.
Çatıya çıktık, soluğum kesildi. Karşı yamaçtan bütün
Savur’a ve ötelere çepeçevre bir bakış. Berrak göğün ikindi ışığı altında ışıl
ışıl. Tepeden aşağı pul pul yayılan görkemli konakların, taş minarelerin
arasında renkli kasaba evleri. Bu bakış Savur’a iyi bir giriş.
Geldiğimizden
farklı bir yoldan, ziyaretçi kabul etmeyen konakların (kimi aslına sadık
kalırken kimi çelik parmaklık-füme cam salgınından nasibini almış eklerle
genişletilmiş, pencereleri Pimapenli), yabani gür yeşil bahçelerin, yıkık evler
ve şimdinin dört duvarlarının arasından indik. Kahvede oturup çay içerken Murat
Savur’u, Savurluları anlatmaya devam etti. Nihayet 10-15 yıl önce bitirilen kan
davaları ile yoksul halkın kanını emen beylerin hükümranlığının kırılmasında
Eşref bey ile babasının adı bir kez daha geçtiğinde, Savur’a tayin edilen kadı
dedesinden ona dek ailesinin üç kuşağının yörede bıraktığı izin, etkilerinin
derinliği belirginleşti. “Beylere Eşref Abinin babası karşı durdu, fakir halk
da ondan cesaret alıp arkasında oldu.” Haksızlığa, zulme karşı susmayan,
insanlarının esenliği için durmadan mücadele etmiş, dört bir yandan hayır duası
alan bir baba, oğul ve torun. Eşref bey olanca tevazuu ile “Yok canım” dese de
dengelerin bu kadar oynak olduğu bir bölgede yirmi yıl boyu halkın kesintisiz
desteğini –gönüllerini kazanarak- almak az şey değil. Bir ömre dört beş ömürlük
yaşantı sığdırmış, daha da sığdıran başlı başına bir şahsiyet Eşref bey. İnce,
güçlü, adil. İlginç bir “kendine rağmen” lider. Hikayesi yazılmalı bir gün.
Biz kahvenin önünde otururken sokağın alt ucunda bir
topluluk belirdi. Oraya buraya uğrayarak yokuşu çıkıyorlardı. Savur’un yerine
kayyum atanan HDP’li belediye başkanıyla (yargılanmış, aklanmış) meclis
üyeleriymiş. Ayşe hanım sivil giyimli iki kişiyi gösterdi. “Polis. Burada biraz
kalınca kimin ne olduğu anlaşılıyor.” Telsizini saklamaya pek de özen
göstermeyen biriyle önümüzden geçtiler. Onları üzerimize doğrultulu uzun
namlusuyla bir zırhlı araç izledi. Önümde dikilen düzgün sakallı genç bir
siville irkildim. Dik bir sesle kim olduğumu, ne yaptığımı, fotograf çekmek
için emniyetten izin alıp almadığımı sordu. Bir yere oturtamadığım bu
sorgulamayla ne yapacağımı çıkarmaya bile çalışamadan Murat araya girdi. Öteki
cevap vermeden kafasını salladı, çekip gitti. Ne hakkı, hangi hukuk, şimdi bir de
üzerine tuz biber eken OHAL ile? Kafa tutan azınlık, otoriteye boyun eğmenin,
uymanın, bulaşmamanın iliğine işlediği çoğunluk (o kısa anda içimde hangisinin
hakim olduğunu, hangisinin de ortaya çıkmasına özlem duyduğum bir potansiyel olarak
durduğunu ayan beyan bildim) ve ipini bu ikisi arasına gererek çoğu blöften
ibaret güç oyununu sürdüren iktidar cambazları.
Eskiden beylerin kahvesi ahalininkinden elbette ayrıymış.
Aralarında husumet olan beyler bile iki dirhem bir çekirdek, aynı kahveye
gidermiş. Mardin’de iki yıl sonraya gün veren Ermeni terzilerden pahalı
kumaşlarla giyinir, kıyafetlerini İstanbul’dan zamanın modası fötr şapkalar,
kunduralarla tamamlar, ciğeri beş para etmezler bile böylesine ayrışmış
kıyafetlerin cilasını çektiği satın alınmış otoriteleriyle halkı çalımından
geçilmeden ezermiş. Dayanaksız güç düdüğünü, birinin çıkıp blöfü görerek
kağıttan kaleleri dağıtacak bir “Hadi ordan!” demesine kadar öttürmüş. Meydan
okunmadıkça gücün parodisi bile yetiyor diyeceğim ama hangi güç sonunda blöfe,
gözdağına ve güç olarak görülmesinde karşılıklı uzlaşmaya dayanmıyor ki?
YEŞİLSU
Ortasından Savur çayının aktığı vadiler kavak ve meyve
bahçeleri, bağlarla yemyeşil. Ekin tarlalarının sarı yamalarıyla kat kat, dalga
dalga yeşil. Akşamüzeri çayın bir kolu üzerindeki mesire yeri Yeşilsu’ya çay
içmeye gittik. Salkım söğütlerin, çınarların yansımaları arasında ördeklerin
dolandığı durgun, serin-yeşil gölgeli bir su kenarı. Onca kuruluğun ortasında
hoş bir sürpriz. Birleştirilmiş masalar etrafında bir erkek topluluğuyla
aşağıda tek tük kadın dışında suya uzanan ve dallar arasındaki yer
minder-masalı derme çatma sekiler boştu. Kız isteniyormuş. Yabancı değil, aile
arası. Sonradan hem gelin hem damat adayının ninesi, tavşan lakaplı, cin gibi
olduğu söylenen yaşlı kadın yanımıza gelip hal hatır sordu. Akraba arası evlilik
hâlâ yaygın olsa da geçmişte mal varlığının bölünmemesi dışında bir de kan
davalarından ötürü zorunluluk haline gelmiş. Karşı aileden kim o düşmanlığa, gerilime
göğüs gerebilirmiş ki?
Fotograflar: https://photos.app.goo.gl/w87kuLYpcAxbGV7B3
(Arkası yarın)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder