Başkalık, indiğim yerin dilimden almaşık, yoğun bir tat
gibi geçirdiğim adından başladı: Mezopotamya.
Bin yılların zaman ateşiyle pişen, taşan, helmelenen
kazan.
Misafirleri olduğum Eşref beyle Ayşe hanım geldi, beni
Ekim’in 3’ünde hâlâ 30 derece olan kupkuru sıcakta Şırnak tefekkürümden aldı,
ilk kez göreceğim Mardin’e doğru yola koyulduk.
İkindi güneşi altında arazi, kıyısında bereketli tarım
alanlarıyla boz (aslında sarı) bir kır halinde dalgalanıyordu. Gecesi derler
ama Mezopotamya’nın gündüzü de yumuşak tepelerle kaba dalgalı, derken dümdüz,
deniz duygulu.
Rengi toprağınınkinin devamı olan taşı ve işçiliğini eski
ile yeni Mardin’in arasındaki Kasımiye Medresesinden görmeye başladım. Çiğ,
çıplak, mideye kimliksizliği, hafifliğiyle oturan “Yeni” Mardin’i (TOKİ
blokları, her yerdekiyle aynı başka bloklar, nirengi oluşturmayan sokaklar)
geride bırakıp tepedeki eskisine çıktık.
Arabadan indik, oryantalisti, gözlemcisi; ikisini de
salıp Mardin’in üç diline karıştım.
*
Sabah. Konağın üç vahşi bekçi köpeği: Leo, Hayat ve
Havil. Eşref bey akşamdan uyarmıştı. Sadece onu ve bakıcılarını tanıyan
köpeklerle denemeye gelmezdi, onlar serbestken bahçeye çıkmamalıydım. Ben de
ahbaplık girişimine akşamdan başladım. Demirli pencereden görünüp aşağıda
deliler gibi havlayan köpeklere kokumu, sesimi tanıttım. İlk yatışan Hayat
oldu. İri bir dişi kangal. Gidip az ötede yattı. Eşref beyin psikopat dediği
Leo, kulağı kesik, postu karalı, iri dişli bir kırma, bir süre daha ortalığı
inlettikten sonra sustu. Yavruları Havil azimle havlamaya devam etti. Acelem
yok deyip pencereyi kapadım.
Herkesten önce uyandım. Aşağı inip köpeklerle
selamlaştım. Havil avaz avaz bağıra dursun, evin önündeki taraçaya çıktım. Taze
güneşin altına bir iskemle çekip oturdum.
Savur’un biraz dışı. Çepeçevre tepeler (“Gece karşıki
karakoldan önlerindeki tepelere bazen yıldırma ateşi açılır, korkmayın”).
Bozlu, yeşilli eteklerine serpişen köyler. Uzaktan köy sesleri. Tek tük arı,
sinek vızıltısı.
Ayaklarımı uzatıp defterimi açtım. Leo ile Hayat
basamakların altında alıç ağacının dibine uzanmışken Havil demir kapının önünde
kaldı. Bir süre sonra nihayet susup üst basamağa yayıldı. Doğaçlama ıslığıma
üçü birden kulak kesildi. Dışarıdan gelen köpek sesleriyle de beni bırakıp o
yana seğirttiler.
Yarın değilse öbür gün bahçeye çıkarım. Sanıyorum.
(Arkası yarın)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder