El ayak çekildi. Gelip gidenler, günübirlikçiler, haz
ettiklerimiz, gidişini diş sıkarak beklediklerimiz, sabrımızı zorlayanlar..
Kışlık düzenlerine döndü hemen hepsi.
Tek sürekli komşumuz, standart komşuluğa dair hissi
paylaştıklarım.
Komşuluk. Geleneksel kültürde ailenin hemen yanı sıra
toplu yaşamın tadı tuzu, harcı. Aynı yerde yaşamanın yeterli olduğu ve
gerektirdiğine inanılan (değil mi ki komşu komşunun külüne muhtaçtır)
teklifsizlik. Teklifsizlikle eşdeğer kılınan sıcaklık, yakınlık, yalnız
olunmadığı duygusu ve güven. Ayağında terlik, elinde, kabı boş iade edilmeyecek yeni pişmiş bir yiyecek, yüreğinin sıkıntısı, heyecanı, bir çift laf etme
arzusu, taze dedikodu ile tıklatılan kapılar. Zorluklara beraber göğüs germe,
dayanışma, acısı tatlısıyla gündelik hayatı paylaşma.
Hayatı hep birlikte katlanılacak bir şey görmenin doğal, iç
ısıtıcı, teskin edici uzantısı.
Bunca getirinin götürüsü? Kolektifin bireysele çok ağır
bastığı bir toplumda esamesi okunmayacak şey, devede kulak, tek taraflı bir kaygı: Senin bir başınalığına her an duhul etme izni/hakkı/imkanı.
Aynı yerde yaşamanın, bulunmanın, tesisinde yeterli
görülmediği hazır bir samimiyetten uzak duran, yar bana bir yaren diye yanıp
yakılmayan, apartman sohbetlerinin sürekliliğini zaman/kaynak kaybı bilen,
ihtiyaç hariç temas halinden rahatsızlık duyan, en iyi komşuluk birbirini kendi
alemine bırakmaktır diyen bir başınalığı kuşku, yadırgama, yargı, yergi, en
hafifi incinmeyle karşılayan baskın anlayışın ağırlığı.
Kabus!
Güz sonu, yazlığın el ayak çekilmiş bu en güzel zamanında
en iyi komşuluğun kendi aleminde yaşayıp gidiş olduğu duygusunu paylaştığım
komşularımızla -benim flütüm dışında- sessiz sedasız bir aradayken geçen hafta
Pera Müzesi ve Asmalımescit’teki kısmını gördüğüm İyi Bir Komşu başlıklı İstanbul Bienal'ini düşünüyorum.
*
Aşağıda, Pera Müzesinde, kah açıklamalara kulak vere kah kendi
çağrışımlarımla yetine gördüklerimden. (Çokça da nesnelerin hikayesiz, çıplak
algısıyla yetinerek gezdim. Yüklenen anlamdan soyduğum objelerin tadına
kompozisyon, görsel uyum ve çatışma konuları olarak baktım. Asmalımecit’te eski
bir binanın üst katındaki -klostrofobi ve karanlık korkunuz olup olmadığı
sorularak içeri alındığınız- Yoğunluk Atölyesi performansı böyle bir
ilişkilenmeye belki en uygun düşeni oldu: Orası burasından loşça aydınlanan bir
ev içinin, kapkaranlıkta beliren köşeler ve eşya ile bazen örtüşerek sessizliği/hareketsizliği
bir anlığına kesintiye uğratan sesleri.. Bilmiyorum neden ama çok hoşuma gitti.)
Ev-Kadın,
Louise Bourgeois
Gözde İlkin. “Buluntu kumaşlar ve evde farklı amaçlarla kullanılan dokuma ve örtülerle çalışan Gözde İlkin, kültürel kodları ve kolektif hafızayı cisimleştiren nesnelerle ilgileniyor. Bu kumaşları tarihin izlerini taşıyan son derece sıcak ve tanıdık malzemeler gibi kullanırken kendi imgelerini resmin yanı sıra işleme ve dikiş gibi tekniklerle şekillendiriyor. Hem sembolik hem soyut formları bazen toplumsal ve politik ilişkileri, çatışmaları ve iktidar tanımlarını, bazen de toplumsal cinsiyeti, cinselliği ve kent tarihlerini temsil etmek için kullanır. (…) İlkin’e göre kumaşlardaki örüntüler bellekle bugün arasında, hayal edilmiş olanla gerçek arasında köprü kuran yapılar.”
“Boşluk Korkusu, Alejandro Almanza Pereda. Seriye adını veren Horror Vacui, Boşluk Korkusu, bir resim düzleminin negatif boşluklarını detaylarla doldurmaya dayalı geleneksel bir görsel tekniktir. Enstalasyonda insanların coğrafyayı kendi isteklerine göre durmadan ve aşındırarak biçimlendirmelerinin karşısına pastoral bir doğa manzarası konuyor.”
*
Bunlar da benden Bienal'e.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder