Mikrofon irkiltici bir patırtıyla açılıp yüksek sesle
denendiğinde sudaydım.
Atatürk büstlü göbeğin etrafı, biri devasa, Türk bayraklarıyla
donatılmış, kürsü ve sandalyeler yerleştirilmiş, “üye ve misafirlerden” oluşan
30-40 kişilik topluluk yerini almıştı.
Deniz ışıl ışıl, tertemiz, duru su kokulu.
Sırt üstü uzanıp başımın gerisinden iskeleye baktım,
bağırış çağırış atlayanlara. Yazdan güze güzel bir geçiş günü.
Diskonun dağ taş inleten hoparlörlerinden bir marş, resmi törenin çok daha alçak sesli Dağ
Başını Duman Almış’ıyla neredeyse aynı anda başladı. Bittiğinde sesini
ayarlayan sunucu programı duyurdu. Bir dakikalık saygı duruşu, İstiklal Marşı,
konuşma ve şiirler, daha marşlar ve dağılma.
Tören alanında zaten ayakta olanları diğerleri, iskelede
oturduğu banktan dimdik ayağa kalkan mor haşemalı orta yaşlı kadın, plajda
şezlonglarından doğrulanlar ve yüzmeyi bırakıp suda hazırola geçenler izledi.
Bunu da tonu bir kez daha tutturulamayan İstiklal Marşı. Marş yerini açılış
konuşmasına bırakırken doğrulanlar şezlonglarına döndü, denizdekiler gevşeyip
kendilerini suya saldı.
Kısa bir konuşmaydı. Heyecandan titreyen bir kadının
sesinden yükseldi. Yeni bir soluktan ziyade bildik tekrar. Şehitlerimizin ve
terör şehidi asker, güvenlik mensupları ile sivil halkın ruhunu şad ederek sona
erdi.
Disko görevini yapmış, günlük kumsal müziğine geçerken
bir iki yüz metre ötedeki göbeğin sönük kalan hoparlörlerinde de 10. Yıl
Marşı, daralan köşesinde parıltısı yiten bir konuk gibi kendine daha mütevazı
bir yer açmaya bakıyordu. Destanın ilk on yılı üzerine pek taş koyamamışız, bize (bu artık hangi taraf ise)
benzemeyenle dayatmanın ötesine geçen bir ilişki kurmayı kendi kafalarımızın
mahremiyetinde bile öğrenememişiz, babasının, ceddinin manevi mirasını bozdurup
bozdurup harcamanın, gevişi getirilen klişelerin dışında kimlik bulamamışız, ne
gam. Günleri geldikçe çıkıyoruz kürsülere, heyecandan titreyen seslerle, yazdığımız destanları kükrüyor,
heykellere çelenkler dayıyor, nereden çıkmışsa o terör belasında yitenlerin
kendimize ait kısmının ruhunu şad ediyoruz ya, artık gönül rahatıyla hazırol’dan
rahat’a geçerken topu ötekilere
kaptırmanın hüznünü, acısını, öfkesini, nostaljiyi körlemesine paylaşıp çoğaltmaya,
bileyip keskinleştirmeye, başka şey de yapmamaya dönebiliriz.
Son bir kez daha dalıp sudan çıktım, turuncu havlumu alıp
duşa yollandım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder