7 Eylül 2017 Perşembe

KOKLAŞA KOKLAŞA

Sabahları anne kedi beni şöyle bir süzdükten sonra gördüğünden memnun kalmışsa kuyruğu dimdik, gelip bacaklarıma sürünüyor. Ters tarafımdan kalkmışsam (burada pek nadir), temkin göstergesi kuyruk aşağı doğru, çok da yanaşmadan kibar bir miyavlamayla sadede geliyor: Anlaşıldı, okşama istemez, mamamı ver!

Derinlik psikolojisi ile Budizmi harmanlayan sevdiğim yazar David Richo’dan transferans/aktarım konusunu okudum (When the Past is Present). Bahçeyi çapalarken takıldığım, çektikçe gelen, ta nerelere uzanmış bir kök misali gündemime giren bir konuydu.

Bir zamandır babama, sebebi hayatıma, 58 yılımda şu veya bu kuvvette, görünür ya da görünmez iz bırakan, dört yıldır da birlikte yaşadığım tanrı kuluna derin bir uykudan yeni uyanmışım gibi hayretle bakıyor, onu hep kendimin ardından gördüğümün sarsıcı bilincine varıyordum. Kendimi, korkularımı, ihtiyaçlarımı, varsayımlarımı, hayal kırıklıklarım kadar güçlü yönlerimi de yansıttığım bir ekran.

Ona bu kadar bağırtkan bir “kendim” referansı dışında hemen hiç bakmadığımı fark ettim.

Diğer alanlarda rahatladıkça ortaya çıkan müthiş bir kızgınlık, diken üzerinde bir tepkisellik. Kim bilir hangi imbiklerden ne kıvrımlarla geçmiş, haberi olsa babamın (belki) ağır bir haksızlık olarak alacağı korku, güvensizlik, çekinceler..

Ana baba gibi, hayatındaki duygusal olarak en yüklü kişilerle arandaki aktarımı bilince çıkarmadıkça ilişkilerine taşıdığın filtrelerin ötesinden bakabilme şansın var mı?

Onlarla kalsa. Bir de kuşaklar boyu ve derinlikçilere bakarsak kolektif bilinçdışından süre giden aktarım var. Bunları kendimizden kattıklarımızla sürdürürken gördüğümüzün karşımızdaki olduğunu sanıyoruz. Karşımızdakinin de bizim için aynı kanıda olduğunu düşünürsek aramızda aşılmaz bir kalabalık olduğu anlaşılıyor.

Oluşturduğumuz, haklılığı, doğruluğundan şüphe etmediğimiz ölçütleri ötekinin burnuna işte bu koşullarda dayıyor, onun beklentilerini ne kadar yerine getirdiğimize bakmadan şartlarımızı karşılamasını talep ediyor, yoksa soğuyor, kırılıyor, çöküyor, kopuyor, sevgimizi gerisin geri arka cebimize tıktığımız gibi sırtımızı dönüyoruz.

İçgüdüleri, beden hafızasını, ilkel beyni oynak, tehlikeli bir yakıt eden nasıl bir dinamik, zihin kalabalığı, tanrım!


Şafak serinini minnetle içime çekerken zihnin istilası başlamadan derin bir nefes alıyor, eğilip burnumu kedininkine sürtüyorum. Selamlaşıyoruz.

Keşke onlar gibi biz de düşünüp taşınmadan, geçmişin yükü olmadan, konuşmadan etmeden, koklaşa koklaşa anlaşabilsek. Şimdi ve burada, doğrudan. Hayat için aslı basit bir organik uyum sorunu olan şeyi böyle dibi bucağı olmayan bir anılardüşüncelerizleryarabere cengelinin hantallığına çevirmeden.


En önemlisi, baktığımızı görerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder