Sabahları anne kedi beni şöyle bir süzdükten sonra
gördüğünden memnun kalmışsa kuyruğu dimdik, gelip bacaklarıma sürünüyor. Ters
tarafımdan kalkmışsam (burada pek nadir), temkin göstergesi kuyruk aşağı doğru,
çok da yanaşmadan kibar bir miyavlamayla sadede geliyor: Anlaşıldı, okşama
istemez, mamamı ver!
Derinlik psikolojisi ile Budizmi harmanlayan sevdiğim
yazar David Richo’dan transferans/aktarım konusunu okudum (When the Past is Present). Bahçeyi çapalarken takıldığım, çektikçe
gelen, ta nerelere uzanmış bir kök misali gündemime giren bir konuydu.
Bir zamandır babama, sebebi hayatıma, 58 yılımda şu veya
bu kuvvette, görünür ya da görünmez iz bırakan, dört yıldır da birlikte yaşadığım
tanrı kuluna derin bir uykudan yeni uyanmışım gibi hayretle bakıyor, onu hep
kendimin ardından gördüğümün sarsıcı bilincine varıyordum. Kendimi,
korkularımı, ihtiyaçlarımı, varsayımlarımı, hayal kırıklıklarım kadar güçlü
yönlerimi de yansıttığım bir ekran.
Ona bu kadar bağırtkan bir “kendim” referansı dışında
hemen hiç bakmadığımı fark ettim.
Diğer alanlarda rahatladıkça ortaya çıkan müthiş bir
kızgınlık, diken üzerinde bir tepkisellik. Kim bilir hangi imbiklerden ne
kıvrımlarla geçmiş, haberi olsa babamın (belki) ağır bir haksızlık olarak
alacağı korku, güvensizlik, çekinceler..
Ana baba gibi, hayatındaki duygusal olarak en yüklü
kişilerle arandaki aktarımı bilince çıkarmadıkça ilişkilerine taşıdığın
filtrelerin ötesinden bakabilme şansın var mı?
Onlarla kalsa. Bir de kuşaklar boyu ve derinlikçilere
bakarsak kolektif bilinçdışından süre giden aktarım var. Bunları kendimizden
kattıklarımızla sürdürürken gördüğümüzün karşımızdaki olduğunu sanıyoruz.
Karşımızdakinin de bizim için aynı kanıda olduğunu düşünürsek aramızda aşılmaz
bir kalabalık olduğu anlaşılıyor.
Oluşturduğumuz, haklılığı, doğruluğundan şüphe
etmediğimiz ölçütleri ötekinin burnuna işte bu koşullarda dayıyor, onun beklentilerini ne kadar yerine
getirdiğimize bakmadan şartlarımızı karşılamasını talep ediyor, yoksa soğuyor, kırılıyor, çöküyor, kopuyor, sevgimizi gerisin geri arka cebimize tıktığımız
gibi sırtımızı dönüyoruz.
İçgüdüleri, beden hafızasını, ilkel beyni oynak, tehlikeli
bir yakıt eden nasıl bir dinamik, zihin kalabalığı, tanrım!
Şafak serinini minnetle içime çekerken zihnin istilası
başlamadan derin bir nefes alıyor, eğilip burnumu kedininkine sürtüyorum.
Selamlaşıyoruz.
Keşke onlar gibi biz de düşünüp taşınmadan, geçmişin yükü
olmadan, konuşmadan etmeden, koklaşa koklaşa anlaşabilsek. Şimdi ve burada,
doğrudan. Hayat için aslı basit bir organik uyum sorunu olan şeyi böyle dibi
bucağı olmayan bir anılardüşüncelerizleryarabere cengelinin hantallığına çevirmeden.
En önemlisi, baktığımızı görerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder