Dar, uzun kapalı bir mekanda gibiyim. Bayat havası
solunmaktan ılınmış. Kaynağı belirsiz ölgün ışığı kahverengimsi. Penceresiz
duvarlar arasında dört dönüyorum. İçim başka hiçbir ışık almıyor.
Kalk, denize gir. Nereye olacağını hiç kestiremezsin ama
deniz kapıyı açar.
Tuzlu su bedenimi kaldırıyor. Yerçekiminin üzerimdeki
etkisi mutlak olmaktan çıkıyor.
Zihin kamanıp kaldığı yerden suya bırakılan çamaşırın
kiri gibi çözülüyor. Sorular açılıyor.
Neden Suruç bamtelime dokunurken arkasından intikam
olarak öldürülen iki polisi bir haber olarak aldım?
Ölü yarıştırmakla suçlananlar hiçbir yere varmayacak bir
yerden yaklaşsa da dokundukları bir nokta var.
Ölüm bizi ne zaman etkiler? Fazla derine inmeyen bir
vahvahın ötesine ne vakit geçeriz? Empatinin temeli yakınlık mı? Yakınlığınki
de oturttuğumuz bağlam?
Suruç’ta katledilen gençler, yaşamak istediğim ülke
tasavvuruyla da mı beni böyle vurdu?
Haber olarak aldığım iki polisin ölümüyle bamtelinden
vurulanların epey bir kısmının da Suruç ile derin bir bağ kurmadığı bir ülkede
toplumsal barış nasıl olacak?
Öfke bütün bunların neresinde?
Toplumsal değişimlerin büyük bir kısmı altında öfkenin
itici gücü var. Ama körleştirici yanı? Müsebbibi teke indiren indirgemeci
tarafı?
Yazarların aslanlar gibi kükrediği köşe yazıları neye
hizmet ediyor? Kanayacağını bile bile yarayı kaşımanın verdiği rahatlamadan
başka?
Boğuntunun altında sorulara bir an önce cevap bulma
baskısı var. Yapamadığında ağır bir kedere, yılgınlığa dönüşen bir aciliyet.
Bütün içindeki yerini hatırla.
Ve sakin ol.
Bırak, tuzlu su seni taşısın biraz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder