25 Temmuz 2015 Cumartesi

DENİZ BAĞIRTILARI

Su, sesleri yansıtıyor ama sudakiler de fazladan bağırtkan. Çakılları dövüp şakırdatan, hışırtısı sakinken bile eksik olmayan denize karşı herhalde. Sadece sesinden değil. Belki deniz, başka şeylerle bölünmemiş büyük tuvalinde içindekilere kendilerini diğerlerinden pek kopuk hissettirdiği için de: Bir torbadan saçılan tek tek kelimeler gibiler. Denizin satırsız yüzeyi, anlamlı cümleler halinde bir araya gelmelerine elvermeyen dağıtıcı, yutucu bir fon.

Böylece bağırıyorlar. Yarım metre ötedekilere, daha uzaktakilere. Ve durmadan birilerini bir şeylere çağırıyorlar. Atlamaya, yüzmeye, suya girmeye, sudan çıkmaya. Dört duvardan aksetmesine alışık oldukları sesleri birkaç günlüğüne açık havaya salınmış, yiten yankının yerine hacmi koyarak.

Ya da belki yüksek ses, dokunma kültürünün işitsel uzantısıdır. Sırta şaplak, kola giriverme, konuşurken dürtüp durma veya yanağa, enseye inen tokat gibi.

*
Çağrılan (duymazdan gelindiği için inatçı bir duvara sonu gelmez darbelerle çakılan beton çivisi misali tekrar tekrar tekrar çağrılan) isimler.

Bektaş. Bektaş. Bektaaş!

Alikan

Enes

Emir Ali

Alperen

Göktuğ

 Ve şu anki: Çağrııı!

Tiz, pes, cırtlak, haykıran, yalvaran, yakınan ısrarlı sesler.

Ana babasının (nedense yüzde doksan babasının) dikkatini çekmeye çalışan çocuklar. Çocuklarına yapmak istemediklerini yaptırmaya çalışan ana baba.

Sevinçlerini, hayret ve takdirlerini, sevgi ve kızgınlıklarını aynı iki kelimeyle ifade ederek ses çokluğunu çok eğlenmekle eşitleyen kalabalık “a..na koyiim”ciler.

Dinliyorum. Denizi. İçindekileri. Dışındakileri. Uzanıp gözlerimi güneşe karşı kıstığım yerden. Suda. Uzaklaşırken. İnsan seslerinin arkada kaldığı ses duvarını aştığım açıklarda artık sadece gırtlaksız sesleri.


Hep dinliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder