Oturup bölgenin yeryüzü hareketlerini okumak vardı. Bir
gerilim romanı gibi, heyecanına kaptırıp. Uzun uzadıya. Yerkabuğunun kendi
zamanında kendi kuvvetler ölçeğinde sıkışıp kıvrılmalarını, çöküş,
yarılışlarını. Yükselen dağlar, açılan yataklar, değişim dalgalarını. İnsanın
sahneye çıkışını sonra. Yeryüzünün avuç çizgilerinde ilerlerken kendi yollarını
açışını. Coğrafyayla biçimlenen göç hareketlerinin gerisin geri coğrafyayı
biçimlendirmesini. Columbia nehrine muazzam bir heyelanla set çekerek ırmağın
yönünü değiştiren ve bugün iki eyalet, Washington ile Oregon arasındaki sınırı
oluşturan boğaza o vakit ne gözle bakardım? Kızılderililerin Tanrılar Köprüsü
adını verdiği, mitolojilerine göre insanların bir zamanlar mokasenleri ıslanmadan
aştığı bu geçide?
Haritaya bile bir göz atmadan gittim oysa. Bilgi yüksüz,
çıplak, insan ölçeğinde (o kadar bile değil, dünsüz-yarınsız) bakan gözle
görmek istedim. An’ı görmeye ne kadar hevesliyse daha fazlasını öğrenmeye o
kadar ilgisiz.
Yerlilerin coşkun suyu sedir kanolarla geçtiği yerde
Tanrılar Köprüsü isminin verildiği, beton ayağına mitolojik sahneler boyanmış
çelik köprü uzanıyor. Bir çatal yapıp yoluna devam eden Columbia’nın iki
yanında dağların, tepelerin yamaçlarındaki verimli ovalarda yeşil de ton
farklarıyla yayılıp gidiyor.
Köprü ayağında birkaç yerli. Öykülerinden çoktan kopmuş,
bezgin; dondurulmuş somon satıyorlar. Sattıkları somon kadar donuklar. Onların
da buralardaki hareketine sonradan gelenlerin, beyazların hareketi set vurmuş.
Tanrıları, hayata anlamını verdikleri inançların yatağıyla birlikte açılan
uçurumda yok olmuş. Yola devam edenler Beyazlar.
Bu boğaz müthiş bir rüzgar kanalı oluşturuyormuş. Uçurtma sörfü yapanların cenneti.
Yer hareketleri, ortaya çıkan boğazın yanı sıra
Columbia’nın sularını da perçem perçem şelalelere bölmüş. Dar yol (tarihi Columbia
River Highway), yosunların kadife gibi kapladığı, dallarından salkımlar halinde
sarktığı ağaçların, sık yeşilin içinden demiryolunun ve suyun yanından
kıvrımlanıyor. Ben yeşili değil de yeşil beni soluyormuş gibi hoş bir yutuluş..
Elli çağlayandan ikisini gördük. İlki Horsetail idi, elli metreden dökülen tam
da bir Atkuyruğu. Hafta içi olmasına rağmen başı hayli kalabalık ikincisi,
Multnomah, önce ilkinin benzeri göründü. İşin aslı tam karşısına gelince
anlaşıldı. Alt alta iki şelale (160 ve 20 metrelik) imiş. Eyaletin en yüksek
çağlayanı. Tanrıların gazabına uğramış bir atın kuyruğu gibiydi. Uğultuyla
dökülüyor, yanlara saldırıyor, püskürtüsü, incelen bir tül perde halinde
uzaklara yayılıyor, havayı ıslatıyordu. Taş kaplı kaygan patikadan kıvrılıp şelalenin üst kısmındaki köprüye çıktım. Kuduran suları gümbürtüsüyle ve ıslanarak
seyrettim.
Çağlayanların etrafında sıkı yürüyüş yolları var. Oregon bir
hiking diyarı. Yürü yürüyebildiğine. Biz yürümedik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder