3 Temmuz 2015 Cuma

COLUMBIA RIVER GORGE


Oturup bölgenin yeryüzü hareketlerini okumak vardı. Bir gerilim romanı gibi, heyecanına kaptırıp. Uzun uzadıya. Yerkabuğunun kendi zamanında kendi kuvvetler ölçeğinde sıkışıp kıvrılmalarını, çöküş, yarılışlarını. Yükselen dağlar, açılan yataklar, değişim dalgalarını. İnsanın sahneye çıkışını sonra. Yeryüzünün avuç çizgilerinde ilerlerken kendi yollarını açışını. Coğrafyayla biçimlenen göç hareketlerinin gerisin geri coğrafyayı biçimlendirmesini. Columbia nehrine muazzam bir heyelanla set çekerek ırmağın yönünü değiştiren ve bugün iki eyalet, Washington ile Oregon arasındaki sınırı oluşturan boğaza o vakit ne gözle bakardım? Kızılderililerin Tanrılar Köprüsü adını verdiği, mitolojilerine göre insanların bir zamanlar mokasenleri ıslanmadan aştığı bu geçide?




Haritaya bile bir göz atmadan gittim oysa. Bilgi yüksüz, çıplak, insan ölçeğinde (o kadar bile değil, dünsüz-yarınsız) bakan gözle görmek istedim. An’ı görmeye ne kadar hevesliyse daha fazlasını öğrenmeye o kadar ilgisiz.

Yerlilerin coşkun suyu sedir kanolarla geçtiği yerde Tanrılar Köprüsü isminin verildiği, beton ayağına mitolojik sahneler boyanmış çelik köprü uzanıyor. Bir çatal yapıp yoluna devam eden Columbia’nın iki yanında dağların, tepelerin yamaçlarındaki verimli ovalarda yeşil de ton farklarıyla yayılıp gidiyor.



Köprü ayağında birkaç yerli. Öykülerinden çoktan kopmuş, bezgin; dondurulmuş somon satıyorlar. Sattıkları somon kadar donuklar. Onların da buralardaki hareketine sonradan gelenlerin, beyazların hareketi set vurmuş. Tanrıları, hayata anlamını verdikleri inançların yatağıyla birlikte açılan uçurumda yok olmuş. Yola devam edenler Beyazlar.



Bu boğaz müthiş bir rüzgar kanalı oluşturuyormuş. Uçurtma sörfü yapanların cenneti.

Yer hareketleri, ortaya çıkan boğazın yanı sıra Columbia’nın sularını da perçem perçem şelalelere bölmüş. Dar yol (tarihi Columbia River Highway), yosunların kadife gibi kapladığı, dallarından salkımlar halinde sarktığı ağaçların, sık yeşilin içinden demiryolunun ve suyun yanından kıvrımlanıyor. Ben yeşili değil de yeşil beni soluyormuş gibi hoş bir yutuluş.. Elli çağlayandan ikisini gördük. İlki Horsetail idi, elli metreden dökülen tam da bir Atkuyruğu. Hafta içi olmasına rağmen başı hayli kalabalık ikincisi, Multnomah, önce ilkinin benzeri göründü. İşin aslı tam karşısına gelince anlaşıldı. Alt alta iki şelale (160 ve 20 metrelik) imiş. Eyaletin en yüksek çağlayanı. Tanrıların gazabına uğramış bir atın kuyruğu gibiydi. Uğultuyla dökülüyor, yanlara saldırıyor, püskürtüsü, incelen bir tül perde halinde uzaklara yayılıyor, havayı ıslatıyordu. Taş kaplı kaygan patikadan kıvrılıp şelalenin üst kısmındaki köprüye çıktım. Kuduran suları gümbürtüsüyle ve ıslanarak seyrettim.




Çağlayanların etrafında sıkı yürüyüş yolları var. Oregon bir hiking diyarı. Yürü yürüyebildiğine. Biz yürümedik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder