5 Temmuz 2015 Pazar

WHIDBEY ADASI

Şimdilikse Vancouver’dan uzaklaştığıma üzülmedim. Bulutların gösteri üstüne gösteri yaptığı sabah vakti kısa bir yoldan sonra sınıra geldik, yanlış kuyruğa girdiğimiz için bir kenara kulağımızla birlikte çekildikten sonra salındık aşağı, güneye, ABD’ye.



Dönüş yolunun tekdüzeliğine karşı San Juan takımadalarından (otelin bulunduğu Oak Harbour’un adı ve internette gördüğümüz birkaç resminden hoşlanmamız sayılmazsa) rasgele seçtiğimiz Whidbey adasına saptık. Köprülerden adadan adaya, Fidalgo’dan Whidbey’e geçtik. Adayı dolaşmaya iki adanın yamaçları arasında asılı çelik köprünün ayağını içine alan Deception Pass ulusal parkından başladık. Bütün kuzeybatı Pasifik köşesinin gür, göklere uzanan, yayılıp giden yeşilinden burası da nasibini almış. Ormandan geçtik, sürüklenen kütükler, heyelanın kopardığı ağaç gövdeleriyle dolu, birbirinin devamı, büyüklü küçüklü üç kumsallık kıyıya indik. Sonra Dilek kendi yoluna, ben kendi yoluma, dikkatlerimizi çekenlerin peşine düştük. Şu ayrıntı, bu bütün, o ilinti.



Ardından Oak Harbour’a yollandık. Küçük, renkli dükkanlar. Etrafta salınan tek tük insan. Sakin. Güneşli. Sevimli.


Bir uçtan öbürüne 70 küsur kilometrelik dar-uzun, tarlaları, bağ-bahçesi, ormanları, kıyısı, limanlarıyla toplam hissi çeşitlilik ve dinginlik olan bir ada bu.

Bir ulusal parktan daha (sık ormanı geçip uzun plaja indikten) sonra fazla kulak asmadığımız rehberde adı geçen Langley’ye bakalım dedik. Whidhbey’in iki sokaklık sanatçılar mezrası. Geldiğimizde ışığın da altın saatiydi. Göğün mavileri keskinleşip koyulaşır, mora çalarken yeryüzüne sarı-turuncu tozsu bir filtrenin indiği vakit. Yine bir iki katlı evler, dükkanlar, galeriler, kahve-barlar, sadece hafta sonları birer seansta film oynatan ufak sinema derken Gözler İçin Müzik adlı bir oryantal halı vd satıcısına rastladık. Başındaki kadına onun da mı sinestetik olduğunu sorarken yedi yıl İstanbul’da yaşadığı ortaya çıktı. Idaho kırsalından daha önce büyük şehre hiç yolu düşmemişken 50 yaşında bir geziyle gittiği İstanbul’a vurulmuş. Ne yapıp edip burada yaşarım demiş, dediğini de yapmış. Adaya, Langley’ye (gayet iyi anladığım benzer bir çekimle olsa gerek) dört bucaktan insanın gelip kaldığını anlattı. Çoğunluğu 50 yaş üzeri ve kadın. Kaliforniya’dan, soyadını Karaman olarak kısaltmış bir Türk de varmış, dükkanı bitişikteydi. 



Ertesi sabah diğer limana, Coupeville’e de uğrayıp feribotla Port Townsend’a geçtik. 1800’lerden kalma tarihi merkezinde dolandık. İngiliz esintisi üzerine eski Amerikan. (Yapıların sağır tuğla cephelerine boyanan o eski reklamlardan biri de sigara reklamıydı. Artık sıra sağlıklı yaşam ve şimdi de iki eyalette daha yasallaşmış/yasallaşmak üzere olan marihuanada –bayrağı bir kaldırımda dalgalanmaya başlamış bile.)




Her zamanki gibi çıkışları şaşıra bula anayolu tuttuk. Arizona plakalı kiralık arabayı alnımızın akıyla teslim edip kırk çıkınımız ve güzel geçirilmiş bir zamanla eve döndük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder