Şimdilikse Vancouver’dan uzaklaştığıma üzülmedim.
Bulutların gösteri üstüne gösteri yaptığı sabah vakti kısa bir yoldan sonra
sınıra geldik, yanlış kuyruğa girdiğimiz için bir kenara kulağımızla birlikte
çekildikten sonra salındık aşağı, güneye, ABD’ye.
Dönüş yolunun tekdüzeliğine karşı San Juan
takımadalarından (otelin bulunduğu Oak Harbour’un adı ve internette gördüğümüz birkaç
resminden hoşlanmamız sayılmazsa) rasgele seçtiğimiz Whidbey adasına saptık. Köprülerden
adadan adaya, Fidalgo’dan Whidbey’e geçtik. Adayı dolaşmaya iki adanın yamaçları
arasında asılı çelik köprünün ayağını içine alan Deception Pass ulusal
parkından başladık. Bütün kuzeybatı Pasifik köşesinin gür, göklere uzanan,
yayılıp giden yeşilinden burası da nasibini almış. Ormandan geçtik, sürüklenen
kütükler, heyelanın kopardığı ağaç gövdeleriyle dolu, birbirinin devamı,
büyüklü küçüklü üç kumsallık kıyıya indik. Sonra Dilek kendi yoluna, ben kendi
yoluma, dikkatlerimizi çekenlerin peşine düştük. Şu ayrıntı, bu bütün, o
ilinti.
Ardından Oak Harbour’a yollandık. Küçük, renkli
dükkanlar. Etrafta salınan tek tük insan. Sakin. Güneşli. Sevimli.
Bir uçtan öbürüne 70 küsur kilometrelik dar-uzun,
tarlaları, bağ-bahçesi, ormanları, kıyısı, limanlarıyla toplam hissi çeşitlilik
ve dinginlik olan bir ada bu.
Bir ulusal parktan daha (sık ormanı geçip uzun plaja
indikten) sonra fazla kulak asmadığımız rehberde adı geçen Langley’ye bakalım
dedik. Whidhbey’in iki sokaklık sanatçılar mezrası. Geldiğimizde ışığın da
altın saatiydi. Göğün mavileri keskinleşip koyulaşır, mora çalarken yeryüzüne
sarı-turuncu tozsu bir filtrenin indiği vakit. Yine bir iki katlı evler,
dükkanlar, galeriler, kahve-barlar, sadece hafta sonları birer seansta film
oynatan ufak sinema derken Gözler İçin Müzik adlı bir oryantal halı vd
satıcısına rastladık. Başındaki kadına onun da mı sinestetik olduğunu sorarken
yedi yıl İstanbul’da yaşadığı ortaya çıktı. Idaho kırsalından daha önce büyük
şehre hiç yolu düşmemişken 50 yaşında bir geziyle gittiği İstanbul’a vurulmuş.
Ne yapıp edip burada yaşarım demiş, dediğini de yapmış. Adaya, Langley’ye
(gayet iyi anladığım benzer bir çekimle olsa gerek) dört bucaktan insanın gelip
kaldığını anlattı. Çoğunluğu 50 yaş üzeri ve kadın. Kaliforniya’dan, soyadını
Karaman olarak kısaltmış bir Türk de varmış, dükkanı bitişikteydi.
Ertesi sabah diğer limana, Coupeville’e de uğrayıp feribotla
Port Townsend’a geçtik. 1800’lerden kalma tarihi
merkezinde dolandık. İngiliz esintisi üzerine eski Amerikan. (Yapıların sağır
tuğla cephelerine boyanan o eski reklamlardan biri de sigara reklamıydı. Artık
sıra sağlıklı yaşam ve şimdi de iki eyalette daha yasallaşmış/yasallaşmak üzere
olan marihuanada –bayrağı bir kaldırımda dalgalanmaya başlamış bile.)
Her zamanki gibi çıkışları şaşıra bula anayolu tuttuk. Arizona
plakalı kiralık arabayı alnımızın akıyla teslim edip kırk çıkınımız ve güzel geçirilmiş
bir zamanla eve döndük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder