16 Temmuz 2023 Pazar

NORDİK BİR SEYİR

Hepsi uyanınca sıra müziğe geldi. Alt kattan karşı eve yayılan 5-6 kişilik İsveç-Türk karışımı tatilci bir kabile. Yaşları ergen ile 30’ların ortaları gibi görünüyor. Önce sesi açıyor, sonra rap’ti teknoydu (aradaki ve yeni türlerin adını bile bilmiyorum; kulağıma hepsi aynı ateşli tecavüzcü), pat diye birini kesip diğerine geçerek parçadan parçaya sekiyorlar. Kısaldıkça kısalan dikkat aralığı artan uyaran bağımlılığıyla birleşince meyvesi de hiçbir şeyle tatmin olamayan bu huzursuzluk oluyor, n’aparsın.

İlk refleksim sinirlenmek oldu. Kapılmak yerine sağıma soluma baktım, önümdeki çatalı gördüm:

Ya kızgınlığın içinden işitir, tepki duyar, bunu da ya yutar ya kusarım (ve izleyecek bütün o rahatsızlık, tatsızlıkla iki durumda da gevşeyemem)

ya da kızgınlığı olmaya bırakıp kenara çekilir, buna bir ayna olarak bakarım.

İlki hep aynı kalıbın tekrarı. İçinde kalırsam azat olmak bu kadar burun buruna mekanlarda kaçınılmaz olarak kuşatıldığım insanların tıynetine, insafına yani şansa kalır. Tepkimle bir şeyleri belki yerinden geçici bir süreliğine kımıldatırım (belki de yaratacağı sürtüşmede geri fırlayan bumerang gibi beni kendi kafamdan vurur). Tatlı dille? Bir ihtimal ama o da karşımdakilere bağlı.

Çok daha ilginç olan ve mekanik bir tekrarın ötesinde dinamik bir seyrüsefer vaat eden, kızgınlığıma ayna olarak bakmak.

Bana benim hakkımda (sakız olmuş fikirlerim dışında) neler söylüyor? Belki daha doğrudanı, düşünceye çevrilmeden önce nasıl bir his veriyor?

Sustum, baktım, kulak verdim. Hiç yargılamadan, kınamadan yükselen cevabı aynı yansızlıkla aldım.

Etrafla ilişkimde diken üstündeyim. Kendimi zayıf, korunmasız, her an zarar görebilir hissediyorum. Böyle diken üzerinde olmak katılığa dönüşüyor. Şöyle bir anlaşmayı tek taraflı yapmış gibiyim:

Bakın, ben size dokunmayacağım hatta değmeyeceğim. Benden en ufak bir rahatsızlık bile gelmez, haktı, sınırdı, çiğnenmez. Siz de öyle olun!

Bu anlaşma, terbiyesini aldığım asgari medeniyet ölçülerinden doğmuş olabilir ama medeniyet ve değişen tanımlarıyla karşıma komşu vs olarak çıkacak tanrı kullarının çoğunun artık ayırtında ya da umurunda olmayacağı gün gibi aşikar.

Yani elimde geçersiz bir anlaşma, kucağımda gayrı meşru çocuk gibi peydahlanan tepkilerimle işin ucunda kalakalmak var. Mahalle kavgalarına girişmeyeceğim gibi kaçıp gitmek de (aynı şeyin tekrarlamayacağı nereye, nasıl?) söz konusu olmadığına göre seçenekler daralıyor.

Kızgınlığımı yutarım, içim içimi yer de yer.

Bastırmadan, ıslah etmeye kalkmadan, çareler dayamadan kulağımı ona açar, bana insanlar hakkında değil (oturmuş hükümlerimin söyleyebileceği hiçbir yeni şey yok), dönüp kendime dair söylediklerini dinledikten sonra onu geldiği gibi kendi kendine yatışmaya bırakıp serinlemiş bir yürekle işime bakarım.

*

Bu sırada müzik çoktan kesildi. Denize gitmiş olmalılar. İsveçlilerin gövdeleri dün akşam ıstakoza dönmüş, kararamadan cılk yaraya çevirecek gibiydi.

Bakalım kanser öncesi aşamada bu akşam ne müzik çalacaklar?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder