31 Temmuz 2023 Pazartesi

ÇOK SESLİ BİR KUMPANYA

Köşe (köşe diyorsam balkon köşesi, burun dibim) çamı üç kuşak bir cırcır-rrr familyası tuttu. Ailece çalıp söylemeye başladıklarında, aman allahım! Komşu eğlence yerleri müziklerini bağırtsa da kulağım bir soluk alsa diyecek oluyorum -derken aklıma parlak bir fikir geldi: Bunların önüne kafalarımızı itinayla ütüleyen mekanlardaki gibi bir ses düzeni kurup, o iş öyle olmaz böyle olur, benim çengileri bütün köye salsaydım?

Bu hayalimi arkadaşlara yazdığımda çareler sundular.

- Hortum tut!

- Pekmeze bayılırlarmış, yayvan bir tabak içinde balkona koy.

- Hah! Sonra karıncalar gelsin, bir de onlarla uğraşsın, dedi biri.

- Asit borik kat, diye çözümünü genişletti pekmezi öneren.

 

Baktım, kafam şişiyor ama sempati de duyuyorum. Yüksekliği zorlayıcı olabiliyor. Gel gör ki bu benim için yazın, ışığın, güneşin sesi.

Ne yapayım? Kaçıramadığım gibi kaçamıyorsam döner, kulağımla ben onlara gider, aralarına dalar, dünya para verip biletini aldığım bir orkestra denkliği tanıyarak som bir açıklıkla dinlerim ben de!

Birkaç taneler. Ağacı bir orkestra platformu olarak kullanıyorlar dersin. Yer aldıkları kanatların sesi, birbirlerini duyarak öttüklerini (bunun aynı zamanda bir dil olduğunu) düşündürür bir düzende sırasıyla alçalıyor, yükseliyor, bazen aralarından biri bir memelideki karşılığı çığlık olacak gür bir tizlikte uzunca bir soloyla hepsinin üzerine tırmanıyor.

Bazen halk şarkılarının yalınlığında bir cümle ile tekrarı döngüsüne giriyorlar.

Bazen de düpedüz kanon yapıyor, oradan aşka gelip cazdaki call and response atışmasını çağrıştıracak işlere girişiyorlar, ağzım açık kalıyor!

Sonra solisti korosu hep bir bacaktan avaz avaz tek bir seste yükseliyor ve.. bir anda susuyorlar! Kreşendodan paldır küldür sessizliğe bu keskin geçiş, çağdaş müzikte bile örneklerine sık rastlanmayacak bir final.

Doygun, hoşnut kulaklarla bilet parasına değdi diyorum.

Dikkatle kendini verdiğinde gürültü gürültü olmaktan çıkıyor ve ne öfke kalıyor ne kavga, stres ne de can sıkıntısı.

29 Temmuz 2023 Cumartesi

SEHER

Elimde Selahattin Demirtaş öyküleri: Seher. Trajik olanı, iç yakanı olduğu gibi aktarmanın en iyi yolunun yalınlık, doğrudanlık olduğunu bilmiş. Derdi de bu olunca edebiyata hiç girişmeden, dakik bir gözlem, konusuna hakimiyet ve tam dozunda mizahı da katarak hikayelerini döküyor. Ben de içim burularak, gösterdiği yere bakıp kurbanları sadece mağdurlarda değil, faillerde de görerek okuyorum.

27 Temmuz 2023 Perşembe

TUTKAL OLARAK ŞİKAYET

Anlaşılır olmasına anlaşılır. Hayat pahalılığı, geçim derdi, belirsizlik, sürekli kaygı, endişe, toplumsal hoşnutsuzluk. Bu kadar el altında, güncel ve ortak olması şikayeti geçerli kılmakla kalsa iyi. Algıyı, düşünceyi, duyguyu boydan boya, derinlemesine işgal etmesine geçit verildiğinde deli gömleği kadar sıkılaşıyor, sınırlandırıyor.

Geri kalanı boğan, gıdasını, nefesini kesen bir ayrıkotu, şikayet.

Aklın fikrin ona takılıp kalması bir şeye de çare olsa.

Olmuyor. Gözü karartıp ufku daraltıyor, çözümlerin belireceği zemini, berraklığı donuklaştırıyor.

Orada da durmayıp insanın dağarını baskı ve tekeli altına alıyor. Dışına çıktığında yadırganıyor, kınanıyorsun.

Ama o zehirli doğası ne de tatlı. Kolay. Bitiştirdiği insanları nasıl da bir hiç değilse yalnız olmadıkları hissiyle, yanığı üfler gibi avutuyor.

O da olmasa topluluk olma hassası hepten yitecek sanki.

26 Temmuz 2023 Çarşamba

HOŞBEŞ

Amcamın yolumu gözlemiş çeviri soruları bu kez Rohinton Mistry’dendi. Hal hatır faslı biter bitmez defterinin arasından cümleleri not aldığı kağıdı çıkardı.

“Bunlarda otherwise’ı nasıl çevirirsin? Ben çeşitli şeyler denedim ama içime sinmedi.”

Okuyup bir kenara koydum.

“Tamam. Siparişi bilincin altına verdim. Hazır olunca dürter” dedim. Konuyu değiştirdik. Bir süre sonra dürtü geldi. Cümlelerin kelimeler halinde değil de izleyecekleri yol ile olgunlaştığını hissedince sözünü kesip kağıda uzandım. Yazıp uzattım. Bir okudu. “Yok, olmamış” dedi.

Peki deyip geçtim.

Sonra bir daha, bir daha. Ve “Bu kadar olur, bravo!” dedi. Sonra, “Peki blessing’e ne dersin?”

“Yerine göre. Lütuf. İyilik. Hayır.”

İnteraktif’in aşağı yukarı analitik yerine kullanılamayacağı da laf arasında ortaya çıkınca ziyaretime şimdiden değmiş kadar sevindi, memnun oldu.

Amcamı sevindirmek ne kolay.






*

Enerji bedeninden çekilirken aklı ve hafızasında ne kadar yerinde!

Kavun yerken anlattı.

“Bostanda bekçilik sıram geldiğinde baban öyle yapayalnız, bomboş sıkılmayayım diye bana kitaplar getirirdi. Bir gelişinde karpuz kadar irileşmiş bir kavunu onun için ayırmamı, İstanbul’a götüreceğini söyledi. Fakülteye, sınava dönüyordu. Upuzun tren yolculuğunu kavun kazasız belasız atlatmış. İndiğinde düşürünce ikiye ayrılıp gitmiş. İşte o sefer bana Paul ve Virginie’yi getirmişti. Okudum, çok etkilendim. Güvercinlerimden ikisinin adını Paul ve Virginie koymuştum.”

(Kimin nesiymiş diye baktım. Yazarı Jacques-Henri Bernardin de Saint-Pierre imiş. Konusunun çok ilgi çekmesini anladım. İndirdim, hukuk öğrencisi ile bostan bekçisinin izinde ben de okuyacağım.)

Babamı, yetişme koşullarını amcamdan dinlemek, aynı (?) filmi farklı bir yönetmenden izlemek gibi. Hiç değinilmemiş -ama temel önemde- şeyler anlatıya ekleniyor, aşina olduklarıma ise başka bir ışık düşüyor.

Dayak sözgelimi. Babam bir abisinden çok sopa yemiş. “Karşılık vermez miydi?”

“Hiçbir zaman! Sözünü esirgemez, karşısındaki kızıp üzerine yürüdüğünde hamallar dövüşür! diyerek elini kaldırmazdı.”

Ama, diye ekledi. “Hepimizden ayrıydı. Kendini dışımızda tutar, duruşunu da kabul ettirirdi. Ona saygı duyar, çekinirdik. O kadar sert, katı olan deden bile çekinirdi!”

Dünya Savaşı yıllarında köyde yaşamın, iyinin kötüden öyle kolayca ayrışıp sınıflandırılamayacağı almaşık koşullar dokuduğu çıkıyordu amcamın anlattıklarından.

Erkekler arasında bol kavga dövüş. Ya kızlara, kadınlara?

“Asla! Öfkeye, dayağa yatkın olanlar bile kızlarına, karılarına tek bir fiske atmamıştır!”

Kadının hiç ezilmediği, aşağı görülmediği bir aile ama bin bir özveriyle okutulanlar (köyde bağ bahçe başında tutulan ya da okumayla ilgisi olmayan dışında) sadece erkekler olmuş.

Babamdan, amcamdan dinlediğim köy hikayeleri bana olgunlaştıkça değerlendirmeyi hazır hükümlerden değil, koşullardan yola çıkarak yapma gereğini anlatıyor.

İnsan o vakit iyide kötüyü, kötüde iyiyi iç içe algılayacak kadar kucaklayıcı olabiliyor.

25 Temmuz 2023 Salı

YAŞ BAŞ

Temmuz sonu, site sakinlerinin yaş ortalaması beni yanında genç bırakıyor. Okul tatiline rağmen çoluk çocuk yok denecek kadar az. 25-30 yıllık bir site, yaşlı mevcut da çok eski üyelerden oluşunca birlikte büyüyen gruplarda olan olmuş; kronoloji ilk karşılaşılan yıllarda sıfırlanıp donmuş. Benlik algısı on yıllar öncesinin tazeliğinde kalmış. Özellikle de erkeklerde. Kalan saçları bembeyaz, derileri sarkmış, kasları erimiş; kıyıya indiren minibüste, sahilde haşarı oğlanlar gibi birbirlerine takıldıkça atışmaları hızlanıyor. Gülüyor, etrafı da güldürüyorlar. Fırında güveç gibi ağır ağır pişmiş bu ahbaplıkların ulaştığı lezzet genç kuşaklarda var mıdır?

Yengeme sordum. “Aranızda hırgür çıkar mı? Anlaşmazlıklar, tatsızlıklar?” Yok, dedi.

Erkekler böyle. Kadınlar daha ufak gruplar halinde. Sesleri daha alçak. Onları birleştiren, daha büyük topluluğun duygusu, neşesi değil, kişisel hoşbeş. Şakalaşmanın yerini de yakınmalar alıyor.

Ana dilimiz. Şikayet.

21 Temmuz 2023 Cuma

KABUK

Anormalin normalleşmesi kadar insanı yabancılaştıran, yönsüzleştiren şey yokmuş.

Aşama aşama, derece derece.

Sığınılacak hiçbir liman bırakmamak üzere.

Sınır tanıma, saygı, hak hukuk, öngörülürlük, güven. Giderek esenlik ve umut.

Bıçağın eti geçip cüzdanımızla kemiğe dayanmasıyla dımdızlak ortadayız.

Sürekli dövülen çocuğun dayak arsızı olmasından önceki halde. Darbenin ne zaman, nereden, ne şiddetle geleceğini kestiremez. Gözlerini kırpıştırarak etrafa bakarken donar kalır. Güven duygusuyla birlikte hayatiyeti, yaşam sevinci sönmüş, dünyası tehditlerden ibaret, hareketliliği savunma (savaşamayacağına göre buz kesilme) ile sınırlanır.

Böyle yoğun bir tehdit algısıyla devam edemeyeceği için donma kabuk bağlamaya çevirir. Kendine kapanır, kabuğu, can çekişen dinamizmini kuşatarak kalınlaşır. Çevresine duyarlığı, merak duygusu, çözümler bulma dürtüsü yiter.

Serpilmenin yerini hayatta kalma alır.

Ne yazık!

Ve ne uğruna?

19 Temmuz 2023 Çarşamba

İYİLEŞMEK

Kalabalık şehirde yürüyorum. Alçak bir duvar dibinde önlerinde küçük yuvarlak masalarla yan yana iskemlelerin yanından geçerken (biri hariç hepsi boş), sondan ikincisinde oturan adam dikkatimi çekiyor. Kıvır kıvır yağlanmış saçlı, otuzlarında, esmer. Koyu renk gömleğinin üst düğmeleri açık. Elinde kalın bir kitap. Gözüm başlığına gidiyor: İYİLEŞMEK. Güya okuyor ama güvercin yemlenir gibi, başı bir iki saniye kitaba eğiliyor, sonra bitmek bilmeyen tiradına dönüyor. Kim olduğunu merak etmediğim birine konuşuyor ama söylediklerinin ateşinin muhatabıyla bir ilgisi yokmuş gibi görünüyor. Kitaba dala çıka sesi yükselerek “Ben ALLAH İÇİN yaptığımda..” gibi şeyler sıralıyor. Önünde dikdörtgen bir kara kutu ve namlusu yassı, iri bir tabanca.

16 Temmuz 2023 Pazar

NORDİK BİR SEYİR

Hepsi uyanınca sıra müziğe geldi. Alt kattan karşı eve yayılan 5-6 kişilik İsveç-Türk karışımı tatilci bir kabile. Yaşları ergen ile 30’ların ortaları gibi görünüyor. Önce sesi açıyor, sonra rap’ti teknoydu (aradaki ve yeni türlerin adını bile bilmiyorum; kulağıma hepsi aynı ateşli tecavüzcü), pat diye birini kesip diğerine geçerek parçadan parçaya sekiyorlar. Kısaldıkça kısalan dikkat aralığı artan uyaran bağımlılığıyla birleşince meyvesi de hiçbir şeyle tatmin olamayan bu huzursuzluk oluyor, n’aparsın.

İlk refleksim sinirlenmek oldu. Kapılmak yerine sağıma soluma baktım, önümdeki çatalı gördüm:

Ya kızgınlığın içinden işitir, tepki duyar, bunu da ya yutar ya kusarım (ve izleyecek bütün o rahatsızlık, tatsızlıkla iki durumda da gevşeyemem)

ya da kızgınlığı olmaya bırakıp kenara çekilir, buna bir ayna olarak bakarım.

İlki hep aynı kalıbın tekrarı. İçinde kalırsam azat olmak bu kadar burun buruna mekanlarda kaçınılmaz olarak kuşatıldığım insanların tıynetine, insafına yani şansa kalır. Tepkimle bir şeyleri belki yerinden geçici bir süreliğine kımıldatırım (belki de yaratacağı sürtüşmede geri fırlayan bumerang gibi beni kendi kafamdan vurur). Tatlı dille? Bir ihtimal ama o da karşımdakilere bağlı.

Çok daha ilginç olan ve mekanik bir tekrarın ötesinde dinamik bir seyrüsefer vaat eden, kızgınlığıma ayna olarak bakmak.

Bana benim hakkımda (sakız olmuş fikirlerim dışında) neler söylüyor? Belki daha doğrudanı, düşünceye çevrilmeden önce nasıl bir his veriyor?

Sustum, baktım, kulak verdim. Hiç yargılamadan, kınamadan yükselen cevabı aynı yansızlıkla aldım.

Etrafla ilişkimde diken üstündeyim. Kendimi zayıf, korunmasız, her an zarar görebilir hissediyorum. Böyle diken üzerinde olmak katılığa dönüşüyor. Şöyle bir anlaşmayı tek taraflı yapmış gibiyim:

Bakın, ben size dokunmayacağım hatta değmeyeceğim. Benden en ufak bir rahatsızlık bile gelmez, haktı, sınırdı, çiğnenmez. Siz de öyle olun!

Bu anlaşma, terbiyesini aldığım asgari medeniyet ölçülerinden doğmuş olabilir ama medeniyet ve değişen tanımlarıyla karşıma komşu vs olarak çıkacak tanrı kullarının çoğunun artık ayırtında ya da umurunda olmayacağı gün gibi aşikar.

Yani elimde geçersiz bir anlaşma, kucağımda gayrı meşru çocuk gibi peydahlanan tepkilerimle işin ucunda kalakalmak var. Mahalle kavgalarına girişmeyeceğim gibi kaçıp gitmek de (aynı şeyin tekrarlamayacağı nereye, nasıl?) söz konusu olmadığına göre seçenekler daralıyor.

Kızgınlığımı yutarım, içim içimi yer de yer.

Bastırmadan, ıslah etmeye kalkmadan, çareler dayamadan kulağımı ona açar, bana insanlar hakkında değil (oturmuş hükümlerimin söyleyebileceği hiçbir yeni şey yok), dönüp kendime dair söylediklerini dinledikten sonra onu geldiği gibi kendi kendine yatışmaya bırakıp serinlemiş bir yürekle işime bakarım.

*

Bu sırada müzik çoktan kesildi. Denize gitmiş olmalılar. İsveçlilerin gövdeleri dün akşam ıstakoza dönmüş, kararamadan cılk yaraya çevirecek gibiydi.

Bakalım kanser öncesi aşamada bu akşam ne müzik çalacaklar?

13 Temmuz 2023 Perşembe

HÜCRESEL İYİLEŞME

Fonksiyonel tıbbın yoluma çıkması bir laf arasında oldu. Bin bir sağlık sorunuyla boğuşan bir arkadaşımı hal sormak için aramıştım. Son gittiği doktorun yaklaşımından (fonksiyonel tıp), daha etraflı bilgi için ev ödevi olarak da kitaplar verdiğinden söz ederken kitap merakı bu ya, neymiş onlar diye sordum. İndirdim ve arkadaşımdan önce okuyup (silip süpürüp) bitirdim. Hastalığa değil, sağlığa odaklanmak belki yeni bir fikir değildi ama otoritesine laf ettirmeyen hastalık merkezli tıbbın karşısına yüreklice çıkıyordu. Bir yandan da her şeyin mubah olduğu “alternatif tıbbın” yeni bir macerası değil, tıp disiplini içinde bir yaklaşımdı.

Sınanmış bir temelden yükselen bu farklı düşünme cesareti beni çeken şey olmalı.

Okudum, malumat edindim, başımla onaylayarak heyecan da duydum. Ve orada kaldı.

Gel zaman git zaman, sıkışıp kaldığım bir noktaya vardım. Teknem sığ suda bir kayalığa takılıp kalmış gibi. Hasta değildim. Ruhsal-bedensel, formda da değildim. Enerjim, şarj olmak bilmeyen eski bir pil misali her an sıfırı tüketti tüketecek, zindelikten uzak. Şevksiz. İs bulutu gibi içimi saran koyu loşluğu açıklayacak dış koşul boldu. Gittikçe çoraklaşıp düşmanlaşan toplumsal ortam, gümbür gümbür gelen yoksullaşma, bunlar altında ezilmenin tek bir ağıta sıkışmış çaresizlik zihniyeti. Aldığın nefesin bile bir andan ötekine tehdide devrildiği bir ülke/dünya, ne bekliyorsun ki, herkes böyle diyordum.

İç dünyam öyle de bari bedenim için ne yapılabilir diye bir hekim aranırken fonksiyonel tıp uygulayan bir dahiliye uzmanına rastladım. Muallak şikayetlerim ve son tahlillere bakarak beni bir eliminasyon düzenine soktu. İki haftalıktı ama öyle arındırıcı, tazeleyici geldi ki, beslenmeyi yüklerinden ayırıp temel gıda ve ilkelere indirgemesiyle, en ufak bir mağduriyet, yoksunluk ya da stres duymak şöyle dursun, enerjim yükseldiğinden ana hatlarıyla sürdürdüm.

İki ay sonra yapılan tahliller, önü açılan bedenin zekasını işleterek silkelendiğini, başlamış hasarları geri çevirmeye, rezervleri doldurmaya başladığını gösteriyor.

Zaten hissettiğim iyilik halinin laboratuvar yansımaları bunlar. Hafif, doygun, itici gücü yerinde. Bedende bunlar olurken içime çöken is perdelerinin dağıldığı, dış koşullar ne olursa olsun, hayatta olmanın gür ışığının kendini duyurduğu bir hal.

Koşullara kahrolup düzelmeleri için dövünmek yerine hücreden başlayan, iyileşmeye, yaşamın derin gücüne hücrenin kapısını açarak organlara, fonksiyonlara ve ruh haline yükselen bir iyileşme.

4 Temmuz 2023 Salı

3 KIRLANGIÇ

Deniz tam sana göre. Kaynamıyor, tertemiz.

Sağlığın, afiyetin yerindeyken en iyi yaptığını yapıp tadını sonuna kadar çıkaracağın daha ne çok şey, aslına bakarsan.

Yaz ışığı ile sıcağının elbiselerin birini çıkartıp diğerini giydiren sere serpeliği.

Upuzun ikindiler, akşam üzerleri. Tembelliğin, ağırdan almanın keyfi.

Verandada çay ve içki saatleri.

*

Düdük çocuk ve geniş ailesi sonunda geldi. Oğlan daha da büyümüş, yağlanmış, çığlığının insanı yerinden hoplatan tizliği aynı ama. İlk işitişimde içim gafil avlanıp omuzumun üzerinden geriye baktı, seni arandı.

Tasvirimle tıkanırcasına ne çok gülmüştün.

Bloga bir şeyler yazacak olduğumda kafamdaki üç beş sandalyelik okur sırasında hep en öndesin. O sandalye boşalmıyor, bak. Eskiden varlığınla dolanı şimdi yokluğun dolduruyor.

Ne dikkatli bir okuyucuydun, her yazarın mumla arayacağı türden. Dikkat, tat alma ve kendi kadar fazlalıksız, dosdoğru bir takdir. Yazdıklarımda beni güldürenin seni de güldüreceğini bilir, yorumunu şimdiden dinler gibi hınzır bir zevk alırdım.

*

Kendi dünyanın verandasında ne çok şey paylaştık, paylaştığın insanları da orada bir araya getirdin. İçerisi ise belki sana bile kapalıydı ama dışına adım attığın anda senden daha yakını var mıydı?

Sofran, sohbetin, arkadaşlığında bir araya getirdiklerinde havaya duygusunu verenlerden oldun.

Her kayıp başka türlü yaşanıyor. Seninki kasvetli bir loşluk, boşluk değil. Sesin, gülüşün hep kulaklarımda, hayattayken ne kadar canlı idiyse yine öyle.

Sadece.. şuna da bak ya da bir dinle diye paylaşma dürtüsü uyandıranlarda gafil avlanıyorum işte. Adımını orada olmayan bir basamağa atarcasına bir an afallıyorum.

O vakit elim, kalanlar arasından seçip boynuma taktığımdan beri çıkarmadığım üç kırlangıçlı kolyene gidiyor. Elektrik düğmesine basar gibi.

Uzanıp bak diyorum, şunu bir dinle.

Denizdeysem suya da böyle çağırıyorum seni.

Ne var ne yok, kim gitmiş kim şimdilik burada, hepsini su ve kırlangıçlardan daha güzel kucaklayanı olabilir mi zaten?

1 Temmuz 2023 Cumartesi

ATEŞLİ BİR GECE

Ne çıkacağını bilmeden (ama yekpare bir dürtüyle) işe koyuldum. Duvar süslerinde kullanılanlarla torna artığı kıvırcık metal olanların karşımı gibi kızıl bir şeridi önüme çekip çılgın bir çalkantı halinde iyice kıvrımlandırdım. Düzensiz, vahşi bir hareket! Bunu ilk kağıt üzerinde yerleştirdim. Sonra grafikerlerden tuval gibi zemin geldi; çok uçuk sarıdan bej ve griye degrade bir yüzey. Tuvalin boş kalacak köşesinde kesişmeden uzanan enlice açık gri şeritler basılıydı. Kızıl kıyametimi ters bir L biçiminde bu tuvalin sağ uzun ile alt kısa kenarı arasına yerleştirdim. Sonuç çok memnun etti. Yanımda beliren sanatçıya, tek karar veremediğim dedim, bu sakin kısma biraz siyah serpiştirmeli mi? Adam hiç duraksamadan kalınca bir kavanoza uzanıp içinden karabibere benzeyen bir toz serpti -nouvelle cuisine tabakların sığ sosuna serpilen baharatı hatırladım. Yapılması gereken buymuş! Şimdi her şey tamamdı. Çalışmanın adını Ateş koydum.

Rüyanın kalanı boyunca da bütün kompozisyonu tekrar tekrar aklımdan geçirip unutmamaya çalıştım.