Köşe (köşe diyorsam balkon köşesi, burun dibim) çamı üç kuşak bir cırcır-rrr familyası tuttu. Ailece çalıp söylemeye başladıklarında, aman allahım! Komşu eğlence yerleri müziklerini bağırtsa da kulağım bir soluk alsa diyecek oluyorum -derken aklıma parlak bir fikir geldi: Bunların önüne kafalarımızı itinayla ütüleyen mekanlardaki gibi bir ses düzeni kurup, o iş öyle olmaz böyle olur, benim çengileri bütün köye salsaydım?
Bu hayalimi arkadaşlara yazdığımda çareler sundular.
- Hortum tut!
- Pekmeze
bayılırlarmış, yayvan bir tabak içinde balkona koy.
- Hah! Sonra
karıncalar gelsin, bir de onlarla uğraşsın, dedi biri.
- Asit borik kat,
diye çözümünü genişletti pekmezi öneren.
Baktım, kafam şişiyor ama sempati de duyuyorum.
Yüksekliği zorlayıcı olabiliyor. Gel gör ki bu benim için yazın, ışığın, güneşin
sesi.
Ne yapayım? Kaçıramadığım gibi kaçamıyorsam döner, kulağımla
ben onlara gider, aralarına dalar, dünya para verip biletini aldığım bir
orkestra denkliği tanıyarak som bir açıklıkla dinlerim ben de!
Birkaç taneler. Ağacı bir orkestra platformu olarak
kullanıyorlar dersin. Yer aldıkları kanatların sesi, birbirlerini duyarak
öttüklerini (bunun aynı zamanda bir dil olduğunu) düşündürür bir düzende
sırasıyla alçalıyor, yükseliyor, bazen aralarından biri bir memelideki
karşılığı çığlık olacak gür bir tizlikte uzunca bir soloyla hepsinin üzerine
tırmanıyor.
Bazen halk şarkılarının yalınlığında bir cümle ile
tekrarı döngüsüne giriyorlar.
Bazen de düpedüz kanon yapıyor, oradan aşka gelip cazdaki
call and response atışmasını çağrıştıracak işlere girişiyorlar, ağzım
açık kalıyor!
Sonra solisti korosu hep bir bacaktan avaz avaz tek bir
seste yükseliyor ve.. bir anda susuyorlar! Kreşendodan paldır küldür sessizliğe
bu keskin geçiş, çağdaş müzikte bile örneklerine sık rastlanmayacak bir final.
Doygun, hoşnut kulaklarla bilet parasına değdi diyorum.
Dikkatle kendini verdiğinde gürültü gürültü olmaktan
çıkıyor ve ne öfke kalıyor ne kavga, stres ne de can sıkıntısı.